Bir önceki Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın öğrencilere “şehir kültürü dersi” verileceğini söyleyen cümlelerini basından okumuştum.

Güzel bir haberdi. Zira yaşadığımız şehri göz önüne aldığımızda şehir kültürü denen bir şeyin pek olmadığını/kalmadığını, hayatın nerdeyse tamamen bireyselleştiğini, insanlarımızın kültürel ve tarihi zenginliklerini bilmediğini, tanımadığını görüyor, bunun sancısını çekenler az sayıda insanlarla birlikte üzülüyoruz.

Evine karşı duyarlı ama çevresine karşı ilgisiz ve duyarsız bir toplum haline geldiğimizden haberimiz bile yok çünkü.

Dolayısıyla seçmeli de olsa “şehir kültürü” dersinin bu durumu telafi/tamir anlamında önemli bir adım olacağını düşünüyorum.

Farkında olmadan yaşayıp gittiğimiz ve hayatımızda çok önemli yeri olmasına karşın bilinçsizce kullandığımız şeylerden biri de içinde yaşadığımız şehirlerdir. Hem de bunun bir bilinç, bir kültür, bir kimlik gerektirdiğini/olduğunu bilmeden.

Şehir kültürü, şehirlerin içinde barındırdığı insanların birbiriyle iletişim ve etkileşimlerini bir ilişki örüntüsü içinde düzenleyen sistemin birleştirici elemanı olarak kabul edilir.

Şehir Kültürü dersi verilirken şehirlilik/kentlilik bilinci de vermek gerekir. Bunun için de aidiyet ve sahiplenme duygusunu yerleştirmeliyiz. Zira  günümüzde, şehirlerimizde yaşanan en büyük sorunlardan birinin, insanların yaşadıkları şehre/kente karşı aidiyet ve sahiplenme duygularının az oluşu ya da olmayışıdır.

Kentlilik bilincinin oluşması için uzmanlar üç temel yaklaşımı öngörmektedir. Birincisi, kentin tarihi ve kültürel değerlerinin farkına varmak. İkincisi, Kentin fiziksel ve sosyal (sürdürülebilir) dönüşümünü gerçekleştirmek. Üçüncüsü ise, kente aidiyet duygusunu hissederek kenti sahiplenip korumak.

Şehirde yaşamak ile şehri yaşamak farklı şeylerdir. Tıpkı şehirleşmek ile şehirlileşmenin aynı olmadığı gibi. Dolayısıyla şehirde yaşamak, bir insanın gerçekten şehirli olduğu ya da şehir bilincine eriştiği anlamına gelmez. Şehir ve insan ilişkisinde İnşa iki yönlüdür. Bir yandan insan şehri inşa ederken aynı zamanda şehir de insanı inşa etmektedir.

Aslında şehir kültürünün de şehir bilincinin de temelini “insan” faktörü oluşturur. İnsana duyulan saygı ve ona verilen değer doğrudan insanın içinde yaşadığı şehre yansır. Hem birey hem de toplum olarak “insan”a yüklenen anlamın yansıması o şehrin her karesinde hissedilir. Şehir, içinde yaşayanlarla ruh ve kimlik kazanır.

İnsanın insanla ve toplumla ve toplumun insanla ilişkisinden şehir hayatının ortak malzeme ve mekanlarının kullanımına kadar bütün alanlarda yaşanan diyalog ve ilişkiler, saygı ve hakkaniyet ölçüsü oranında değer ve anlam kazanır.

Bunu örneklerle somutlaştıracak olursak, komşuluk ilişkileri, trafik ihlalleri, kaldırım ve yol işgalleri, kaçak kullanımlar, çevre temizliği ihlalleri gibi hallerin oranı o şehrin medeniliği, kültürü ve bilinci ile doğrudan ilişkilidir. Bunların sıkça ve ısrarla yaşandığı bir şehirde insanın değerinden söz edilemez.

Hele bir de şehir hayatını tanzim eden yasaların uygulayıcılarının ihmal ve ilgisizliği söz konusu ise, oraya ne kadar “şehir” denir, ya da “şehir” denir mi, ona siz karar verin.

Umarım “Şehir Kültürü Dersi” bir an önce uygulamaya konur ve kendisinden beklenilen faydayı verir.

Bu alanda söylenmesi gereken çok şey var. Sonucu etkiler mi bilmiyorum ama dile ve gündeme getirme sorumluluğu çerçevesinde fırsat buldukça söyleyeceğim. Yazımı Hacı Bayram Veli ile bitireyim:

"İnsan, şehri inşa ederken aslında taşın toprağın arasında kendisini inşa eder. Gönülde her ne var ise, şehir olarak görünür. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk ile dolu olanın şehri gülistan olur."

 

 

Hâşiye: Şehir ve Kent kavramlarına kimi uzmanlarca farklı anlamlar yüklense de genel olarak aynı anlamda kullanılmakta, aynı çağrışımları yapmaktadır. Kendi iç dünyamda farklı mana yüklesem de bu yazımda ikisini de aynı anlamda kullandım.