Elif Şafak’ ın son kitabının adı; “ Sanma ki Yalnızsın”. Oğlumun ölümüne denk geldi, kitabı raflarda görüşüm ve bir meydan okumayla aldım kitabı. İlk sayfasına da şöyle yazdım isyanla; “Öyleyse hissettir bakalım bana yalnız olmadığımı.”

Kitap bitti. Tabii alınan notlar oldu, hafızaya kaydedilenler yanı sıra. Sırası geldikçe çıkacaktır hepsi ortaya; bir kısmı da, belki hiç çıkmayacak. Kim bilir?

Genelde kadınların annelikleriyle ilgili sorgulamaları dikkatimi çekti şu dönem doğal olarak. Kendini bu konuda sorgulayan annelerden birisine ait bir konuşmayı aktarmış yazar, aynı ben. Kadın, dişleri ile ilgili sorun yaşayan oğluna, çocukken daha özenli davranmadığına dair bir suçluluğunu paylaşmış onunla. Kendimi gördüm. Ben de ne gözyaşları dökmüştüm oğlumun süt dişleri çürüdüğünde. Ekmek içini uyurken emzik gibi damağına yapıştırıp uyuduğu için, bütün dişleri çürüktü ve ben onların değişeceğini unutacak kadar( ya da hatırlatmalarını duymayacak kadar)saplantılı bir halde gözyaşı döktüm. Annem hep onu hatırlatır şimdiler de. Çünkü göz kuruluğundan damla kullanmaya başladım. O kadar şu an gereksiz gelen şeylere ağladım durdum ki…

Tabii, bu konuda pekiştirici olarak bir örnek daha vermeden geçemeyeceğim. Kendi yaşadıklarım, kitapta okuduklarım derken, bir de üstüne üstlük telefonda ağlamaklı bir ses:

“ Şimdi televizyonda göz doktoru, şaşılıkta göz egzersizlerinin ne kadar önemli olduğunu söyledi. Neden ben oğlumun egzersizlerini yeterince önemsemedim. O çocuktu, dirense de zorla yaptırsaydım, belki göz kusuru giderilirdi.”

Diye kırkına merdiven dayamış oğlu için cayır cayır suçluluktan yanan bir anne. Hangi birini yazsam ki…

En iyisi bugüne gelmek. Bu gün anneler günü. Oğlumun mezarını ziyarete gittim sabah erkenden. Mezar ziyareti yaptığım, fakat pek de anlam katmadığım bir eylemdir. Deli deli mezarın başında, sesli olarak felsefi yaklaşımlarımı dile getirdim oğluma. Sonra hadi kalk, çiçekleri sula dedim, testileri su doldur. Derken tam o anda kuş seslerini duydum. Evet, işte o zaman bir anlamı oldu yaptıklarımın. Çünkü havalar ısınıyordu ve kuşlar gelip o testilerden( ağzı geniş toprak kap aslında)su içebilirdi. Ne güzel!

Ben iflah olmaz bir didikleciyim işte.İlla doğada bir şeyin yeri olmalı ve bağlantılı olmalı gibi zihnimi zorlarım da zorlarım.O testiler, koparılan çiçeklere değil( ben çiçeğin dalında güzel olduğuna inanırım)yaşama hizmet etmeliydi benim için.

Konu çiçeklere vardığına göre, benim için yeni olan bir bilgiyi eklemeliyim hemen.Geçenlerde misafirim olan bir arkadaş, gittiği kursta; tüm çiçeklerin taç yapraklarının tek sayıda olduğunu öğrenmiş. Annemin çiçekleri üzerinde de bize kanıtladı. Biri 5, diğeri 7 yapraklı çıktı.

Benim de aklıma hemen bir görgü kuralı geldi.Birine çiçek götürüleceği zaman, tek sayıda alınır ki; götürdüğün kişi onu sayı olarak tamamlasın, sen de bir çiçeksin paydasına ulaşsın.İşte doğayı taklit yolunda bulduğum bir tespit daha.Hepimiz tekiz biricikliğimiz yanı sıra.Tıpkı benim dünyamda oğlumun tek ve biricik olduğu gibi.Şimdi didikle, didikleye bildiğin kadar!Ne olacak bakalım!