Sabah namazı sonrasında, odaya sızan ışıkla birlikte el açıp Yaratan’a dua etmek kadar mutluluk veren başka bir şey var mı acaba.

 

Dua edenle, duayı kabul edecek olanın arasındaki mesafelerin kalktığını hissettiğin o anda Rabbine bir şeyi “bulmak” veya bulduğunu “kaybetmemek” için yaptığın duanın kabul olma ihtimalinin bile insana mutluluk verdiğini hissedersin.

 

Bazen dua ederken ölümün soğuk nefesini hissedersin ensende. Bu ölüm ki, seni ürkütmez. Mevlana, “sevgiliye kavuşma” hatta “düğün gecesi” demiş ya ölümü için. Bunun gibi bir şey işte…

 

İnsanı yaşama bağlayan faktörler vardır. Var olmanın nedenleri, hayalleri, umutları insanı hayata bağlar.

 

Sahip olmak istediğin şeyler vardır dünyada, yapmak istediklerin…

 

Sevdiklerin vardır; Anne, baba, evlat, sevgili, eş, dost, akraba…

 

Hayata aşkla bağlanırsın, hayat ötesi -baki- hayatı hatırlamazsın bazen…

 

Bazen öyle bir kıvama gelirsin ki, gülümsemeyi unutur, ağlamasını bile beceremezsin. Göz pınarların kurur, yanakların samimi bir damlaya hasret kalır.

 

Bir gecenin ortasında hararetli bir rüya ile uyanıp, yaşamın bir film şeridi gibi geçince gözlerinin önünden; günahlarının sevaplarından ağır olduğunu hesaplayınca sığınacak başka bir kapı bulabilir misin yüce Mevla’dan başka…

 

İhanetler işkencedir yüreklere, af dilerken bile affedemeyeceğin şeydir; yalanlar, çıkarlar, ikiyüzlülükler…

 

Var olma ile hiçlik arasında gidip gelirken insan, ölüm ile kalmak arasında da bir seçim yapamaz….

 

Cuma sabahında okunan sela, Mevlana’nın Şeb`i Arus’unu akla getirir ister istemez.

 

Öyle ya, kimimiz uzun yaşadı, kimimiz kısa. Sonuçta bir başlangıç ve son arasında geçen zaman değil midir ölüm? Üç yıl, otuz yıl, yüz yıl ne fark eder ki…

 

Nice insanlar gelip geçti “ben” diyen.

 

Zaman gelir kılıktan kılığa girer Azrail. Bazen bir yoğun bakım odasında, bazen bir karayolu curcunasında, bazen de anlamsız bir hareket, iki dudak arasında dökülen yürek burkan bir çift söz ile gelir ölüm...

 

Beden ve ruh birlikte ölürse, sorun olmaz da; yürek tek başına ölünce binlerce kez yaşanır ölüm…

 

Ancak, ölüm gelince beden hamallığından kurtulur ruhun…

 

İşte duygular böyle karman çorman olur, gözlerini tavana dikip düşününce.

 

İyisi mi, kalkıp bir abdest almalı karanlığı parçalayarak.

 

El açmalı yüreğinle birlikte; “Allah`ım Gönlümün istediğini hakkımda hayırlı eyle, hakkımda hayırlı olanı gönlüme razı eyle” demeli defalarca.

 

Yüreklice yaşamalı hayatı.

 

Ölümünse en güzelini istemeli…

 

* * * *

 

Bu yazıyı doğum günümde yazdığım hususu önce dikkatimi çekmemişti. Bu nedenle bir iki gün ertelemeye karar verdim.

 

Bu süre zarfında da çok değerli, abim diyebileceğim Fahreddin Aktaş’ı kaybettik. Fahreddin Abi, bölgemizin seçkin alimlerinden Molla Osman Efendi’nin torunu ve yine değerli zat Abdulkadir Efendi’nin oğlu.

 

Ayrıca Rahmetli Fahreddin Kirvem, Yahya, Muhammed, Değerli abim Osman, Mazhar, sitemiz yazarı Ziya, kardeşim Memet ve Sabri Aktaş’ın kardeşleri ve benim kirvemdi.

 

Soyundan gelen bir özellik olsa gerek ki, Fahreddin Kirvem, sözünü esirgemeyen, doğru bildiğinden şaşmayan, ibadetinde dikkatli çok değerli bir insandı.

 

Rabbim mekanını cennet etsin inşallah. Ailesi, yakınları, (başta Gaffari Çavuş olmak üzere) sevenleri ve bütün Samsatlılara sabırlar diliyorum.

 

Yine aynı hafta içerisinde vefat eden Mehmet Sait Kandemir ve İslim Aslan’a da Allah’tan rahmet, yakınlarına Yüce Mevla’dan sabırlar diliyorum…

 

 

Fahrettin Çelik

www.samsathaber.com