Genelde önce başlıkları gelir yazılarımda aklıma. Sonra içini doldururum çağrıştıklarıyla. Böyle rotası belli ama sürprizlere de açık yolculukları severim. Bana iyi geliyor.

Sosyal medyada bol bol bisikletli arkadaşlarımın fotolarıyla hemhal olunca rüyalarımda bile bisikletlerle uğraşır oldum. Çok uzun yıllar önce vertigo rahatsızlığım nedeniyle bisiklete binmeyi bıraktım. Çünkü bilirsiniz denge meselesidir bisiklete binmek. Demek ki benim de dengem bozulalı çok olmuş. Düzeltelim diye uğraşıyoruz. Yoldayız.

Yolda verilen ufak molaları hatırlattı bana ‘ pedal arası’ başlığı. Her yolculukta bazen dinlenmek bazen eğlenmek için küçük aralar, molalar verilir ya... Onun gibi eğlencelik olsun dedim bu yazım. Olur mu?

Çocukluğa dair olunca biraz daha analitik oluyor ama başka türlü de yalnızca bugün için olmuyor. Bizim ilk bisikletimiz, bisikletimiz diyorum ama aslında bisiklet benden üç buçuk yaş küçük erkek kardeşim için, oldukça erken yaşlarda alınmıştı. Kardeşim öğreninceye kadar geçen zamanda ben de bol bol binmiştim. Beyaz Pinokyo marka bir bisikletti. Ne maceralarımız olmuştu kendisiyle anlatamam. İzlerini bedenimde taşırım hala.

İzlerini taşımak deyince aklıma bir kişisel gelişim kitabında okuduğum örnek geldi. Çekilen acılara bakış açısıyla ilgiliydi. Tıpkı diş acısı gibi unutulmaz. Fakat nasıl ki anımsadığınız sadece canınızın yandığına dair izdir ama acıyı o günkü gibi hissetmezsiniz, onun gibi diye yazar görüşlerini sıralamış gitmiş sayfalar dolusu. Yani sadece bu acıların izlerine kafayı takan ben değilim. Benim de izleri vücudumda duruyor ama o günlerde yandığı gibi yanmıyor canım. Tabii duygusal olarak canımı yakan ve baş edemediğim yaralar orada duruyor. Onlar da yazdıkça iyileşecek diye umuyorum. İnşallah.

Komik, neşeli şeyler gelmiyor aklıma ya! Tek eğlence yemek içmek olunca bu sıralar. Gittim yapboz aldım kendime. Hem de kedili. Dünyamı anlamlı kılıyor onlarla uğraşmak. Yaşama katkı koyuyor, bir işe yarıyormuşum hissini yaşatıyor bana.

Size komik gelir mi bilmem ama geçenlerde bir kedi ile ilgili yaşadığım olayı anlatayım. Yürüyüş için gittiğim koruluğun giriş kapısında, belediyece konan su kaplarının üzerindeki şu meşhur ‘5199 sayılı...’ diye başlayan yazıya gözlerini dikmiş bir yavru kedicik gördüm. Etrafta kuş arandım, göremedim. O sırada uzun yıllar önce tanıdığım bir erkek arkadaş da karşı taraftan geliyor gözleri kedide. Yanıma yaklaşınca “Gördün mü kedi okuma yazma biliyor.” dedi. Boşta bulunup “Hadi ya, kuş peşinde kuzucuk!” dememe fırsat kalmadı, göremediğim kuş yazıların arkasından pır diye uçuverdi. Sonra anımsadım o arkadaşın yaşama bakış açısını. ”Hadi patlattın yine espriyi.” dedim ve yolumuza devam ettik ikimiz de. O yaşamı ne kadar tiye alıyorsa ben de tam tersi o kadar ciddiye alıyorum. Kedinin hevesi, kuşun kurtuluşu derken yine ölüm kalım meselesine döndürmüştüm sahneyi.

Benden bu kadar. Fazla zorlamaya gerek yok. Malzeme bu. Sağlık olsun.