Hıristiyan-Müslüman, Alevi-Sünni, Türk-Kürt diyerek yaptığımız yapay ayırımları bazen ticaret, siyaset ve sosyal hayatta da kullanır, hepsinin Yüce Allah’ın eşit hak ve yükümlülüklere sahip birer kulu olduğunu unuturuz. Yakınımızdaki bakkalı-manavı bile çocuğumuza, kardeşimize maalesef “Köşedeki Alevi Bakkal” veya “Caddedeki Sünni Manav” diye tanıtırız. 

Allah dünyada bir din, mezhep veya ırk mensuplarını yok etmek istese idi; bırakalım Azrail’e bir anlık emir vermeyi, onları zürriyetsiz kılar, bu şekilde yüz-iki yüz yıl sonra kökünü kuruturdu. O halde Allah’ın yaşama hakkı bahşettiği her hangi bir din, mezhep veya ırka mensup bir kulun elinden biz neden bu hakkı almaya çalışalım? Tövbe estağfurullah, biz Allah’tan daha mı güçlüyüz? Yoksa daha mı adaletliyiz? Hâşâ…       
Yer Adıyaman, yıl 2008-2009…
Önceleri aynı işyerinde çalışırken tanışıp bir birine gönül koyan iki genç sonunda evlenmeye karar verir. Kız Alevi, erkek Sünni’dir.  Erkeğin imam olan babası önceleri “Alevi gelin istemem” diyerek karşı çıkar ise de birkaç ay sonra ikna olur. 
Kızın dede soyundan gelen babası ise “Sünni damat istemem” diyerek karşı çıkar, lakin bir türlü ikna olmaz. Hatta evlendiği takdirde kızını evlatlıktan ret edeceğini, ayrıca Alevi inancında bir tür dışlama şekli olan “Düşkün” ilan edeceğini söyler.
Kız, ya sevdiği gençten, ya da babasından, ailesinden kopacak. Belki de birlikte kaçmak zorunda kalacaklar… Genç kız, babasını ikna için işyerindeki “Her kim olursan ol, yine gel” diyen Mevlana felsefesini yaşam biçimi seçmiş sosyal-muhafazakâr demokrat bir “Gönül İnsanı”ndan yardım ister. 
Paskalya Bayramında Kiliseye, Muharrem ayında Cemevine gitmekten çekinmeyen,  bir yıl önce de Hacc görevini eda etmiş bu “Gönül İnsanı” işi “sosyal görev” bilip sahiplenir, görüşmelere başlar. Sonunda erkeğin son iş yerinin “En üst amiri”nden ve Kanaat Önderi de olan bir “Alevi Dedesi”nden samimi diyaloglarından dolayı destek ister. “Seninle varız” derler. O coğrafyada etkin başka bir “Alevi Dedesi” ile birlikte yapılan ziyaretlerin sonunda kız babası razı edilir. Düğün-dernek kurulur, evlenirler…
Şimdi, mutlu yuvaları ve Allah bağışlasın 4 yaşında dünya tatlısı bir kız çocukları var… 
İşte; Kobani gerekçesiyle 6 Ekim 2014 günü çoğunlukla “dışarıdan gelenlerce yaşatılan” bir gecelik münferit olay dışında Adıyaman’da 34 yıldan beri hiçbir terör olayı yaşanmamasının ve idrak ettiğimiz Muharrem ayı münasebetiyle gerek İl Müftülüğü ve gerekse Alevi Dedelerince düzenlenen iftar programlarına olan katılımların yoğunluk sebebinin Alevi Kız ve Sünni Genç’in mutlulukla biten evlilikleri ve belki yüzlerce benzerinin varlığı olsa gerek…  
Yazımızı “Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” diye noktalamadan önce naçizane bir önerimizi arz edelim:
Birbiriyle evlenen değişik din ve mezhep mensubu gençler ve ailelerinin “Huzurun başkenti Adıyaman”ın sosyal barışına yaptığı katkı ve evlilikteki olası sorunlarının çözümü konusunda Adıyaman Valiliği, üniversitesi ve belediyesi iş birliğiyle bir sempozyum veya panel düzenlenemez mi? 
Bakalım Vali Mahmut Demirtaş, Belediye Başkanı Hüsrev Kutlu ve Rektör Talha Gönüllü bu öneriye nasıl bakacak? 
Ha… Ereğli, Ordu, Fatsa ve Mamak’taki gibi Adıyaman’da da aynı avluda cami ve cem evi inşa edilemez mi acaba?