Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye:

“Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.

Öğrenci, bir süre düşündükten sonra,

“Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi ve devam etti “En iyi ben olmalıyım."

Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak,

“Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.

Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.

Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.

“Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.

Öğrenci utana sıkıla,

“Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.

Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:

“Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir.”

*

Bizim memleketin en büyük talihsizliklerinden biri de haddini bilmeyenlerin hariçten gazel çekerek hasutluk içinde kıvranmalarıdır.

Aslında bir hastalık olan bu durum, gelişmenin önünde engel olduğu gibi toplumdaki dostluk ve barışın da önünde perdedir.

Bu durum bazılarında öyle müzmin hale gelmiştir ki, hoşlanmadıkları veya herhangi bir nedenle “karşıda” gördükleri kişileri eleştirirken kantarın topuzunu genellikle kaçırırlar. Hadlerini bilmediklerinden eleştiri ile hakareti, nükte ile ironi ve alay etmeyi ayırt edemezler.

Dolayısıyla da yapayım derken yıkarlar.

Yapılan iyi ve doğru şeyi takdir etmeyiz de, en ufak bir açık bulduğumuzda tüm hünerimizi sergileriz. Açık bulamadığımız zaman da itibarsızlaştırma taktiği güderiz.

Herkesin birbirini sevmesini beklemek gerçekçi değil elbette. Ama saygı göstermek insani, ahlaki ve toplumsal bir görevdir.

Kendi aslı işini hakkıyla yerine getirmeyen birinin başkasını eleştirmesi ne kadar ahlaki bilmiyorum ama “ahlak” denen olgunun bir kişide bulunabilmesi için nelerin gerekli olduğunu biliyorum.

Mesela vicdan ve insaf sahibi olmalı. Mesela insani konularda hassas olmalı. Mesela olaylara ve insanlara bakarken, baktığı pencerenin camı puslu ve kirli olmamalı.

Şu kesin, kimse pir-ü pak değildir. Herkesin kendine göre hata ve eksikliği vardır muhakkak. Ama kendi gözündeki merteği görmeyip başkasının gözündeki çöpe takanları da makbul görmek doğru değildir.

İşin asıl vahim tarafı böylelerinin elinde herhangi bir “güç” olmasıdır. Bu güç sayesinde “kerameti kendilerinden menkul” sanarak ahkâm keserler. Birileri de bunu yer tabi.

Çünkü tasvip etmeseler veya hoşnut olmasalar bile “şerrinden emin olmak” adına seslerini çıkaramazlar. Aslında sesini çıkarmayan/çıkaramayanları da ayrı sorgulamak lazım ama onu da başka bir yazıya bırakalım.

Son söz olarak, beğenmesek de memlekete ve insanlarımıza hizmet adına yapılan ne varsa küçümsemeden, alaya almadan takdir etmesini bilmeliyiz. Bu konuda hazım sorunumuz varsa tedavi olmalı veya en azından dizimizi kırıp bir kenara oturmalı ve sesimiz kesmeliyiz.

Ya da çıkıp meydana ondan daha iyisini yapmalıyız.