Önceleri Dursun YAŞAR, Nizam KARA, Musa KIĞILI, Sabri TORUN, Nedim METE, İbrahim UYSAL, Kemal GENCER, Mustafa AKAY, Ramazan ÖZTURAN, şimdi de Yusuf GELİR ve de affınıza sığınarak ismini sayamadığım nice değerler birer-birer hakkın rahmetine kavuştular.

Ne yazık ki tek-tek gidiyor caddemizin sakinleri…
Evet, onlar hakkın rahmetine kavuşuyorlar ama her evde bir ya da iki kişi kalarak yaşam savaşı veren yaşlı insanların yaşadığı bu cadde de, her ölümle birlikte biraz daha derin bir sessizliğe gömülüyor.
Çocukları ya evlenmiş ayrılmış, ya gelin olmuş gitmiş bu yaşlı ve yalnız insanlar doğal olarak kendi kaderleriyle baş-başa kalıyorlardı.
Öylesine sessiz, öylesine ıssız…
Hani talepleri halinde ihtiyaçlarının karşılanacağını bilseler de, ihtiyaç duyulduğunda yardım isteme olanakları bulunsa da mümkün olduğu kadar kimseye minnet etmemeye, kimseye sıkıntı vermemeye özen gösteriyorlardı.
İlkeli yaşama, onurlu duruşa örnek olurcasına… 
Korku filmlerindeki şatoları andıran evlerindeki tek lambası yanan odalarında her gece hüzünlü bir ışık yayılıyordu yaşadıkları caddenin acımasız yalnızlığına.
Tabi ki ölümler kaçınılmaz sondu, tabi ki yaşamın doğal sonucuydu olanlar ama, her ölümün ardında insanı geçmişe sürükleyen, bu geçmişin nostaljik sızısıyla bizleri baş-başa bırakan bir cadde bırakıyorlardı arkalarında.
Kendileri giderken, bütün anılarını da sanki o cadde de bırakıyorlardı.
Hava kararmaya başladığında kedi yürüse bile ayak sesisin duyulduğu, huzurevlerine dönen bu mekânlarda esinti sonrası asma yapraklarının hışırtılarından başka ne bir insan ne bir hayvan sesi duyuluyordu artık.
Gecenin bir saatinde yolda yürüyen bir canlının kilit taşlarında çıkarttığı ses bile, ıssızlığı yararak cadde bitimine kadar yankılanır olmuştu.
Oysa o cadde ne kadar canlı, ne kadar hareketliydi bir zamanlar. İnsanların koşuşturduğu, ayaküstü istişarelerin konuşulduğu, acı ve tatlı olayların yaşandığı…
Sanki sosyal hayatın lokomotifi gibiydi.
Ne sabahın köründe kalkarak işe giden insanların telaşı kaldı, ne su nöbeti sırası için köşe başı hırıltılar, ne de o keşmekeşte yaşanan şamatalar…
Artık geri sayım başlamıştı…
Önce sinsi bir sessizlik çöktü üzerine, sonrasında birer ikişer kopuş…
Kapandı birer-birer dükkanlar ve o dükkanlardaki bir daha asla açılmamacasına inen o paslı darabalar.
Mekanları dersen; duygularda travma yaratan, yüreklerde derin sızı bırakan, buruk bir hayıflanmaya yol açan “hayalet ev”lere dönüşmüş.
Bırak eşeğin zırlamasını, Bir horoz ötüşüne dahi hasret…
Cırcır böcekleri bile terk etmiş sanki.
Hani nerde o gün boyu cilveleşen kırlangıçlar, güvercinler, serçeler… Hani nerde “envai çeşit” sesler. Hepsi birden mi küstü bize. İnsanlar gibi onlarda mı terk ediyordu yoksa caddemizi ve bizleri birer-birer…
Geçmişte insan yoğunluğu ile merkezileşen, etkinliği ile sosyal hayatı şekillendiren, şehir merkezi denince ilk akla gelen, Şambayat’ın gündemini belirleyen bu cadde, şimdi yol boyunca geriye kalan üç-beş yaşlı insanla geleceğe direnmeye çalışıyor. O günlerin geri gelmeyeceğini bile-bile…
O mekânlarda artık ölümüne bir sessizlik var.
Ama merak etmeyin… Asla mahzun olmayın…
Bizler yaşadıkça anılarınız da yaşatılacak, ne sizler ne de yaşadığınız o mekânlar asla unutulmayacak, unutturulmayacaktır.