Mutlu Olmak İçin Daha Ne Lazım?

Şubat 2019, Güzellikler Şehri Adıyaman’ın puan sıralamasına göre, en iyi üçüncü okulunda dersteyim. Sınıfta 34 tane birbirinden değerli, birçok imkâna sahip öğrencilerim. Teker teker hepsinin yıldız gibi parlayan, o güzel gözlerinin içine bakarak soruyorum: - Mutlu musun? Mutlu musun? Mutlu musun? Sen, sen, mutlu musun? ...

Cevap: - Mutsuzum, mutsuzum, mutsuzum, sanki biraz, mutluyum, bazen, çok az…

-Evet değerli gençler, mutlu olanlar neden dolayı mutlu, mutsuz olanların ne büyük sıkıntıları var sormayacağım. Beş on saniye susup dikkatlerini çektikten sonra: - Gençler sadece size birkaç tane yaşanmış ve yaşanan hikâye anlatacağım.

- Okulumuzda herkesin tanıdığı, doğuştan gözü görmeyen H.İbrahim’imiz var bazen odama gelir konuşuruz, dertleşiriz. Bir gün Hocam dedi : - siz hep görüyorsunuz ne güzel dedi. Keşke ben de bir gün, bir ay, bir yıl, bir ömür değil, bir saat görebilseydim; göğün maviliğini, yeşili, ışığı, anamın o mübarek yüzünü, hayvanları, çiçekleri, renkleri…O Zaman, Dünyanın En Mutlu İnsanı Olurdum.

- Bir Osman’ımız var işitemeyen, işitemediği için konuşamayan:- Hocam; ses, müzik, konuşmak ne güzel şey… Arkadaşlarım ne kadar mutlu olsalar azdır. İşitebilseydim; Dünyanın En Mutlu İnsanı Olurdum.

- Evde destek eğitime gittiğim öğrencimiz S. Ş. doğuştan yürüyemeyen özel bir insan. Bir gün önündeki binadan dolayı ışığı yarım alan küçük odasında, masanın karşı tarafında otururken, ceylan gibi ürkek gözleriyle, gözlerime bakarak Hocam:- Sanki Özgürlük dedikleri şey, yürümek. Aslında hocam ben evde oturmaya alıştım, ama annem benimle eve hapsoldu ona üzülüyorum. Yürüyen, istediği her yere kendisi gidebilen, ne kadar mutlu olsa azdır.

- Gaziantep’in ünlü iş adamlarından A. Z. bir hatırasında:- Yıllar önce, her zamanki gibi İstanbul’a mal almaya gitmiştik. Bizimle beraber esnaf komşumuz Ahmet Bey de gelmişti. Ahmet Bey bir hastalıktan dolayı, dizinin altından ayağını kesmişlerdi. Protez bacakla hayatına devam ediyordu. İstanbul’a vardığımızda, protezli ayak enfeksiyon kapmıştı. Arkadaşlar,  aramızda biraz para topladık. Ahmet Beyi, Ankara’ya tedavi olması için, gitmeğe ikna ettik.

- Ahmet Bey bir hafta sonra döndüğünde çok değişmişti. Efendim diyordu; ne olur artık bana acır gibi bakmayın. Ben bundan sonra bacağımın yarısının olmamasına hiç üzülmeyeceğim. Hayata küsmeyeceğim, üzülmeyeceğim diyordu. Merakla ne oldu Ahmet Bey diye sorduk.

Derin bir nefes aldıktan sonra; Ankara’da bir oda arkadaşım vardı. Onunla tanışana kadar, bazen mızmızlanırdım. Doğru bir bacağımın yarısı yok, hayatım zorlaşıyor. Ama çok şükür, birçok işimi kendim görüyorum. Elbisemi giyiyor, yüzümü yıkayabiliyor, kaşığımı, bardağımı tutabiliyorum. Oda arkadaşımın doğuştan iki kolu omuzdan yok idi. O da ne ki, iki bacağı da yoktu. Her an, her ihtiyacı için başkasının yardımına muhtaçtı. Yemek yemek, su içmek, elbise giymek, gömleğinin düğmesini iliklemek, yüzünü yıkamak, lavaboya gitmek, gece uyurken üstünü örtmek… Her şey, ama her şey için başkasına muhtaç olduğuna şahit oldum. Kendimden çok utandım, kendime çok kızdım. Bacağımın yarısının olmamasına üzüldüğüm için, sahip olduğum bunca mucizeyi görmediğim için…

- Black (Siyah) filmi var, bilmem izlediniz mi? Orda Michelle var. Doğuştan gözü görmeyen ve kulağı işitmeyen, işitemediği için konuşamayan küçücük bir kız.

Michelle bir ömür, parmaklarının ucunu, hem göz, hem kulak eyleyerek; hayatı öğrenmeye çalışıyor. Anne, mama, kaşık, su, elma, sevgi, tehlike, yağmur, diken, kardeş…

- Kırk yıl okula devam ederek, üniversiteyi bitiriyor. Arkadaşlarının yirmi yılda bitirdiği süreci, tam yirmi yıl fazla zaman ayırarak. İşte Michelle

- Ve şu anda Gezegende, yaklaşık yedi buçuk milyar insan yaşıyor. Onların seslerine kulak verelim, evet şu an. Anne kalp naklim ne zaman olacak. Anne böbrek bulundu mu? Anne kemoterapi ne zaman bitecek, artık okuluma gitmek istiyorum, arkadaşlarımı çok özledim. Anne, babam ne zaman ekmek getirecek. Anne çok üşüyorum ne zaman odun alacaksınız. Baba keşke annem de yanımızda olsaydı, annemi çok özledim.

- Doğru sizin mutlu olacak neyiniz var ki? Bir ömür görmek için mutlu mu olunurmuş? Bir ömür yürümek için mutlu mu olunurmuş? Bir ömür işitmek için mutlu mu olunurmuş?

Bir ömür sağlık için mutlu mu olunurmuş? Annen, baban, kardeşlerin, sıcak yuvan, mis gibi yemeğin, sıcak ve yumuşak yatak için mutlu mu olunur muş? Sahi senin mutlu olacak neyin var ki? Doğru ya senin bir sürü sorunun var nasıl mutlu olabilirsin ki? Burnunun tam ucunda, kocaman sivilcen var senin. Cep telefonun çok sıradan, nasıl çıkarırsın arkadaşlarının yanında.

Üç gündür aynı ayakkabıyla geliyorsun okula nasıl mutlu olabilirsin ki? Annen haftada iki defa pilav yapıyor, mutlu olmamakta haklısın.

- Mucizeler yağmuru altındasın, mutlu olmak için daha ne lazım. Tabi ya; sen alışmışsın mucizelere, alışıp da sıradanlaştırmışsın, onun için sıradanlaşmışsın. Ama ne kadar çabuk alışmışsın şu Gezegene, şu mucizeler yağmuruna, sadece on beş, on altı yıl. Bu mucizeler yağmuru üstüne, başka mucizeler istiyorsun; fark edip mutlu olmak için. Gerçi sen ona da alışıp, sıradanlaştırırsın ya, neyse.

- Binlerce yıl önce, Musa Peygamber ve İsrail Oğulları, çölde kum fırtınasına yakalanıp, kaybolmuşlardı. Musa Peygambere gelip; efendim siz Allah’ın peygamberi değil misiniz, dua edin de, hayatta kalalım açlıktan susuzluktan helak olacağız. Allah’ın sevgili peygamberi; dua ediyor. Gökten, kızarmış bıldırcın eti ve kudret helvası indiriyor; Yaratan, Rezzak’ı Alem tarafından. Uzun bir süre, bu ikramı ilahi devam ediyor. İlk gün mucize, fakat günler sonra, mucizeye alışılıyor ve sıradanlaşıyor mucizeler. Ha gökten yağmur inmiş, ha kızarmış bıldırcın eti ve kudret helvası, o da yağmur gibi sıradan.

- Evet! Şimdi Marslı! Bir yolunu bulmuş, sırtındaki oksijen tüpü ve özel kıyafetiyle, mavi gezegene şimdi ayak basan Marslı;- A! nefes alabiliyorum. Yaşasın burada oksijen varmış. A! Yerçekimi, uçmuyorum. O da ne her taraf yem yeşil, Cennet mi acaba burası.

A! Kuru ağaçta elma, kiraz, mandalina. O da ne yağmur, gökten taş da düşmüyor, atmosfer varmış. Yaşasın Cennete düştük.

- Ama bizim Marslı da çok kısa sürede cennete alışıyor. Tıpkı bizim gibi. Alıştı ya, bizim Marslı, artık her şey sıradan, fark etmeye bile değmez.

- Biliyor musunuz? Bizle, özgün düşünen bilim adamları arasındaki farkı; sanki ALIŞMAK.  Albert EİNSTEİN ile aranızdaki fark, zekâ farkı değil muhtemelen. Albert, alışmayan bir Marslıydı. O’nun için, Güneş her gün mucizeydi, oksijen her gün mucizeydi, yer çekimi her gün mucizeydi, yıldızlar, ağaçlar, kelebekler, öten kuşlar, yağmur, kar, bu Evren, Mavi Gezegen… Mucizeydi. Mucizeye alışamadın mı, her gün fark edersin, her gün his edersin, her gün bilgi ve enerji tazelersin. Zihnin bilgi kaynağı, yüreğin, belki duygu kaynağı olur. İşte sen o zaman belki; Arif olursun, bulursun, olursun.

-Yüce Yaratıcı; Gözler verdim, göresiniz diye. Kulak verdim, işitesiniz diye. Gönül verdim hissedesiniz diye. Ne kadar da az (Fark edip) şükür ediyorsunuz.(Mülk 23 )

                                                                                               26.2.2019

                                                                                            MEHMET DAĞ