1. Sözlük Anlamı:

İbrânîce ve Ârâmîce’de melel “konuşmak, söylemek”, mille de “kelime, söz” manasına gelir.[1] Arapçada ise “ezberden yazdırmak, dikte etmek” anlamındaki imla (imlâ) kökünden[2] türeyen millet, işitilen ve okunan bir şeye dayanması [3] veya dikte edilmesi ve yazılması[4] bakımından “din” karşılığında kullanılmış, ayrıca kelimeye “izlenen, gidilen yol” manası verilmiştir.[5]

  1. Terim Anlamı:

Millet kelimesi terim olarak gerek Kuran-ı Kerim’de ve gerekse İslam tarihi boyunca bilhassa Selçuklularda ve Osmanlılarda “Din” anlamında kullanılmıştır. Bütün fıkıh kitaplarında “Din ve millet, ikisi birdir” diye yazar.

Konuyla ilgili olarak tarihçi İlber Ortaylı “İslâmî literatürde din ile eş anlamlı olması yanında belli bir dinin mensuplarını ifade eden millet kelimesi, Osmanlı Devleti’nde de klasik dönemden itibaren dinî zümreleri ifade etmek için kullanılmıştır.” demektedir.[6]

Bu tanıma göre Türk, Kürt, Arap, Acem vs. millet değil, birer kavim(ırk)dır. Yani Türk Milleti değil Türk kavmidir. Nitekim Osmanlı dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında aşağıdaki resimde olduğu gibi vatandaşların hüviyetlerinde “Milleti: İslam” diye yazmaktadır. Hristiyanların ve Yahudilerin kimliklerinde de milleti bölümünde dinleri yazılmakta idi.

(Devlet-i Aliye-i Osmaniye Tezkiresidir.

İsmi ve Şöhreti: Muhammed Said,

Pederi ismi ile mahalli ikameti:

Hacı Mustafa, Validesi ismi ile mahalli ikameti:

Aişe, Tarih ve mahalli veladeti: 314 (1896) Hısnımansur,

Milleti: İslam)

Yukarıdaki resimde de olduğu gibi “millet” tabiri tarih boyunca din olarak kabul edilmiş ve Osmanlı nüfus kayıtlarında da millet din olarak kayda geçmiştir.

Batı’da gelişen siyasî milliyetçilik düşüncesinin Müslüman toplumlara intikalinde Müslümanların dil ve zihniyet dünyasında daha çok dinî inanç birlikteliğine işaret eden millet kelimesinin bu mahiyetinden soyutlanarak etnik temelli “kavim, ırk” anlamlarında kullanılması[7] Emile Durkheim’in öğrencisi Diyarbakır, Çermikli bir Kürt (Zaza) olan ve Selanik’te Yahudi Moiz Kohen (Tekinalp)’le beraber Türkçülük ideolojisini savunan Ziya Gökalp’le başlamıştır denebilir.

İnsan topluluklarının etnik özellikleri sebebiyle farklılaştıkları ve bunun onlar arasında statü ve değer farklılıklarına da yol açtığı şeklindeki yaklaşımın, insanlar arasında takva dışında bir farklılık sebebi tanımayan İslâmî düşünceye (el-Hucurât 49/13) aykırı olduğu açıktır.[8]

 

[1] Recep Şentürk, TDV İslam Ansiklopedisi, 30. Cilt s 64

[2] Recep Şentürk, a.g.e.

[3] İbnü’l-Hâim, s. 105

[4] Âlûsî, I, 371; Sıddîk Hasan Han, II, 337

[5] Tehẕîbü’l-luġa, “mll” md.; Zemahşerî, s. 790; Âlûsî, I, 371

[6] TDV İslam Ansiklopedisi, 30. Cilt, S 65

[7] Azmi Özcan TDV İslam Ansiklopedisi 30. Cilt, S 84

[8] Azmi Özcan, a.g.e.