Bursa Uludağ üniversitesi mezunuyum ama ilk yıl Balıkesir’de okudum. 1981-82 öğrenim yılı, Balıkesir şimdiki gibi kalabalık değil, şirin bir il.

Kaldığımız ev tam çarşının göbeğinde, merkez postanesinin karşısında. Evimizin ilk katı eczane, ikinci katta röntgen mütehassısı doktorun muayenehanesi var, onun üstünde bizim okuldan İstanbullu öğrenciler, en üstte biz kalıyoruz. Dolayısı ile terasta bizim kullanımımızda.

O dönem öğrencileri için harika bir imkân, ev geniş, kullanışlı. ( en son 2000li yıllarda gittiğimde evimiz BARON kafe olmuştu) Terasa seyyar elektrik çektik bazen sabaha kadar oturuyoruz. Ancak kimi zaman biz terasta iken tanımadığımız birileri geliyor, bizi görünce pardon yanlış gelmişim diyor ya da bir isim söyleyerek bu adama bakmıştım diyor sonra da çekip gidiyor. Bu olay defalarca oldu, biz bir anlam veremiyoruz ama üstünde de durmuyoruz.

Bir gün ev arkadaşım Mehmet Oymak arkadaşların arasından beni çağırdı. Tedirgin hareketlerinden farklı bir şey olduğunu anladım ve hemen yanına gittim. Beni terasa çıkardı. Terasta demirden yapılmış kocaman bir su deposu var onun kapağını açarak bana buraya bak dedi. Tankın içinde iki kocaman çuval var. Kimse ile paylaşmadan ikimiz açıp baktık. Çuvalların içi evrak dolu, MHP ile Ülkü Ocaklarının kendi aralarındaki yazışmalar, talimatlar, solcu kişiler hakkında tutulmuş raporlar, kimi nasıl nerede dövecekler, kimin başına daha büyük işler getirecekler v.s ile ilgili yazışma ve raporlar.

Araştırdık ve öğrendik ki oturduğumuz ev 12 Eylül öncesi Ülkü Ocaklarının yeri imiş. Anladık ki kimi zaman tanımadığımız kişilerin terasa kadar çıkıp gelmeleri kontrol amacıyla yapılıyormuş, terasta ışığı görünce çıkıp bakıyorlarmış.

Mehmet ile ne yapalım diye düşündük. Önce üst sınıftaki solcu arkadaşlar ile konuştuk evrakları onlara götürüp beraberce inceledik. Kendimizce solcular için sakıncalı gördüklerimizi eledik, çıkardık tekrar evimize getirdik.

Mehmet ile kafa kafaya verip evrakların akıbetini düşünürken ben Uğur Mumcu’ya götürelim dedim. Rahmetli Uğur Mumcu benim hayranlıkla takip ettiğim yazılarını bir çırpıda okuduğum, o dönem canlı olarak dinleme şansına sahip olduğum Cumhuriyet gazetesi yazarı idi. Sonra vaz geçtik. Zira Balıkesir’den, Ankara’ya otobüs ile gideceğiz ama o dönem her yerleşim yerine giriş çıkışta kontrol ve aramalar oluyor. Jandarma ya da polis bunlar ne diye sorsa verecek cevabımız yok ve tırstık. Sonunda Balıkesir Cumhuriyet Savcılığına teslim etme kararı aldık.

Çuvalları yüklendik ve adliyeye gittik. Ben bahçede bekledim Mehmet belgeleri savcıya teslim etti. İyi bir şey yapmanın huzuru ile evimize geldik. Kendimizce, o dönem çok tartışılan ülkü Ocakları ile MHP’nin organik bağını kanıtlamıştık. Bir süre sonra savcılıktan Mehmet’i ifadeye çağırdılar gitti. Sonra da tahmin ettiğiniz gibi bir şey çıkmadı.

Şimdi sizlerin, bu başlık ile bu yazdıklarının ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim. İşte tam da oraya geliyorum. Alparsalan Türkeş ölüp partinin başına Devlet Bahçeli geldiğinde siyaset yeniden dizayn olduğunda tanıdık MHP’li arkadaşlara şimdi MHP’yi sokaktan, suç örgütlerinden arındıracak bir başkana sahip oldunuz artık MHP normal bir parti olacak demiştim. Zira 12 Eylül sonrası kendilerini ülkücü olarak tanıtan eski MHP’liler genelde mafya, vurdu kırdı ile anılır olmuşlardı. Gerçekten de bir süre BAHÇELİ partiyi bu insanlardan temizledi ya da biz öyle sandık.

Bugünlere geldiğimizde BAHÇELİ önce suç makinesi, mafya babası birini özel kanun ile cezaevinden çıkarttı. Bu mafya bozuntusu ana muhalefet partisi başkanına hakaret ederek ölümle tehdit etti. Ve yanlış hatırlamıyorsam tarihte ilk kez bir parti başkanı mafya babasını dava arkadaşım diyerek savundu. BAHÇELİ tabanının eridiğini görerek mafya bozuntularından medet mi umuyor, MHP nereye gidiyor?