Hafta sonu Gerger’e doğru yol alıyorum. Öğretmen olan kızımın görev yerini görmeye gidiyoruz. Narinceyi geçiyoruz. İlk virajı dönüyoruz. Her tarafı dumanlar kaplamış. Gökyüzü tamamen kararmış. Tarla sahibi, buğday hasatının yapıldığı yeri yakmış. Etrafta kimsecikler yok; ateş kısmen sönmüş gibi görünse de halen içten içe devam eden yerler mevcut.

Baş belası olan anız yangınıyla arazi simsiyah olmuş. Toprak, otlar, içinde canlı cansız ne varsa, her şey simsiyah. Börtü, böcek, tarla kuşları yuvalarından eser yok. Aslında canlı denen bir şey yok. Araziden elektrik, telefon direkleri de yangın tehlikesiyle karşı karşıya.

İlerlememiz esnasında, elektrik ve telefonun direklerden birinin yanında dörtlülerini yakıp bekleyen bir araç görüyoruz. Direğin dibinde elinde bidonla su döken bir adam var. Etkilenip duruyor ve iniyoruz. Adamın yanına gidip selam veriyoruz. “Amca hayırdır?” dediğimizde, “Bu işin hayrı, mayırı kalmamış. Ya bunlar nasıl insanlar, hem araziyi-anız yakıyorlar, hem de çevrede ki yerleşim alanlarını elektriksiz ve telefonsuz bırakacaklar. Baksanıza ağaçtan direk, dibinden tutuşup, yanmak üzere...” diyerek hayıflanıyor ve memnuniyetsizlik ifadesi olan haklı tavrını ortaya koyuyordu.

Gerçekten de direk yanıyordu. Belki yaşlı amca durmayıp ve suyla söndürmemiş olsaydı, direk tamamen yanacak, tellerin kopması sonucu elektrik ve su kesilecekti. Belki de birçok köy, mezra ve Gerger ilçesi karanlıkta kalacak ve iletişimi kopacaktı.

Göstermiş olduğu hassasiyetten ve sergilediği tavrından dolayı amcamıza onlarca kez teşekkür ettik. Gerçekten amcamızın bu hareketini gösterecek ender insanlar vardır. Hele yolda giderken arabanı durduracaksın, yanmakta olan direği söndüreceksin. Gerçekten zamane insanları yapmıyor. Gaza basıp gidiyor, dumandan etkilenmesin diye.

Her zaman söylüyoruz. Anız yakmayın diye. Anız yakmakla sadece toprak kavrulmuyor tarlada kuş, börtü-böcek gibi ne varsa hepsinin sonu oluyor ve soyu tükeniyor. Ne yazık ki, insanlar pek de buna aldırış etmiyor, tarlasının temizlenmesine uğruna, bütün canlı-cansızların yok olmasına sebep oluyorlar.

Geçen günlerde bir arkadaşımız anlatıyordu.

“Anızları yaktıktan sonra tarla içerisinde gezerken, yanan bir cismin olduğunu fark ettim ve yaklaştım. Yanan cismin kuş olduğunu ve tamamen yandığını gördüm. Vicdan azabı yaşarken, bir yandan da “acaba bu kuş neden yangından kaçamamış” diye düşündüm. Ayağımla kuşu itekleyince, başımdan kaynar sular döküldü, kuşun altında 3 tane yavrusunun olduğunu gördüm. Kuş, yangından yavrularını korumak için kaçmamış ve kendini feda etmişti. Allah’tan beni affetmesi için dua ediyorum.” diyordu.

Ne kadar da haklıydı. Şimdi, bu canlılara yazık değil mi?

Demek ki kolluk kuvvetlerinin ve devlet kurumlarının, yetkililerin, görevlilerin ve uzmanların uyarmaları yetmiyor.

Yeter artık, anızları yakmayalım. Yakacaksak da, tüm araziyi kolaçan ettikten ve emin olduktan sonra, sınırlı yakalım.

Artık anız yakmaların bir cezai müeyyidesi olmalı, Olmalı ki caydırıcı olabilsin.

Bu konuda herkes üzerine düşeni yerine getirmeli, Tıpkı yaşlı amcamızın insanların karanlıktan kurtardığı ve iletişimi kesilmesine engel olması gibi. Gerekli bilinç ve kültürün alınması, verilmesi gerekir.

Yeter artık, lütfen artık anız yakmayalım!

Kerim BAYDAK

[email protected]