Pandemi dönemi zorunlu kıldığı için mi bilemeyeceğim, doğduğum kenti sevmeye başladım. Bir türlü sığamamıştım ve benimseyememiştim doğduğum ve aynı zamanda son yıllarda yaşadığım yeri. Şükürler olsun kendimle barış memleketimle de barışı getiriyor yavaş yavaş.

Ne ilgisi var demeyin! Kendimi gizlemek de varmış hep büyük şehirlere akma isteğimde. Memleketim küçük olduğu ve geniş bir sülale olduğumuz için sıkışıp kalmış hissediyordum hep kendimi. Zaman zaman aynı duygu gelse bile büyük şehirlerde de yaşamış olmanın avantajıyla bunun geçici olduğunu anımsatabiliyorum kendime.

Bizim kuşak gibi bir genellemeye sığınmayacağım. Fakat şunu biliyorum ki benim gibi yaşayanlar da var. Yakın- uzak çevremden paylaşılanlardan yola çıkarak diyorum ki ben ve benim gibi aynı dönemi paylaşmış bazıları kendimizden çok uzağa düşerek yaşamışız gençliğimizi. Çocukluktan da taşıdığımız utanç ve suçluluklara yenilerini katarak kendini inkâra kadar gitmiş bu.

Bunları tespit etmek yani Özlen’ in isteklerini görüp gidermeye çalışmak bu yaşlara nasipmiş. Yapabildiğimiz kadar artık. Çünkü geride kalan zaman ve güç oldukça kısıtlı gibi geliyor bana. Sağlık olsun.

Yeğenim geçen gün bana ‘ esmerim için için’ adlı parçayı hediye etmiş. Sevindim. Hem yeğenimin inceliğine hem de ‘ sülalenin kara kızı ‘ olmaktan esmerliğe terfi ettiğim için. Denizden böyle uzak kalmaya devam edersem yakında sanırım buğday tenli diye de nitelendirilebilirim. Çağrıştırdığı daha bir sürü şey oldu parçanın.

Bu sıralar parçalar üzerinden gidiyorum. Bana çağrıştırdıklarından yola çıkarak istediklerimi görebiliyorum ve böylece günlük rotamı hatta geleceğe yönelik planlarımı düzenleyebiliyorum. Bu bana iyi geliyor, biraz olsun ataletten çıkarıyor.

Örneğin spor salonunda bu sıralar hoca 90’ ların Türk pop parçalarını çalıyor. Nerelere gitmiyorum ki... En çok içimi acıtanlar Burak Kut parçaları oluyor. Rahmetli oğlum o sanatçıyı ve parçalarını çok sever ve söylerdi. Hatta ilkokul mezuniyetinde beyaz pantolon ve gömlek giyerek çıktığı sahnede playback onun bir parçasını performans olarak sergilemişti.

Bununla da bitmiyor. Bakıyorsun yürüyüşteyim, bir şarkının önce ezgisi gelip dilime yerleşiyor. Sonra biraz zorlayınca birkaç dizesi dolanıyor dilime ve bakıyorsunuz bütün gün o dizelerle dolaşıyorum ortalıkta. ‘Lale Devri Çocuklarıyız Biz’ de böyle çıktı geldi bir yürüyüş esnasında. Tabii parçanın adı ‘ Lale Devri’ ama ben ‘ biz ‘ ve ‘ dönemin bize denk gelenini’ daha çok önemsediğim için hepsini yazdım. Sibel Can’ ın ağzından da paylaştım sosyal medya hesabımdan. Yetmedi. Yazılacak şeyler var o zaman dedim ve bakalım ne gelecek kalemimizin ucuna.

“Ben derim utanma iftihar et

Sevmeyenler utansın

Aşksızlığa mahkûm edildiyse

Bu dünya yansın”

Tabii şimdi yazarken fark ettim. Ben demiyorum bunu şarkı diyor. Çünkü yeni yaşadığımız yangınlar geldi birden aklıma. Allah saklasın beklesin. Fakat ne olacaksa da olacak! Ne benle ilgili ne de ilgisizdir diyebilirim. Sadece dilimi gönlümü temiz tutmaya özen gösteriyorum. Pislikleri de aksın gitsin diye anlatıyorum. Çünkü gerçekten bazen gölgemi bile taşımak zor geliyor.

O kadar özlemişim ki bir çocuk gibi içten ve pazarlıksız olmayı... Anlatamam. Sadece hissettiğim bir anı paylaşabilirim. Yürüyüşten dönüşte kaldırımda okul çağında bir kız çocuğunun kollarını açarak gelip belime sarılışında ‘işte bu’ dedim. Teşekkür ettim. O bırakıncaya kadar sırtını sıvazladım. Bir şey söylemeden uzaklaşırken ablasının sesini duydum; ”Niye rahatsız ediyorsun insanları!”

Sanırım ‘ özürlü’ diye etiketlediğimiz çocuklardandı. Dönüp arkamı ben onları rahatsız etmek istemedim. Yürüdüm o cılız kolların sıcaklığı belimde. Belim de öyle çok ağrıyor ki şifa olur inşallah dokunuşu.

Aşk denince evrenselliğinden filan dem vuramayacağım valla. Belki lafı oraya getireceğimi umanlar vardır. Fakat o başka bu başka. Niye hepsi bir arada olmasın? Aşk sözcüğü birçok anlamda kullanılabilir. Benim şu an kastettiğim bir kadın ve erkek arasında yaşanılan o çekim. Hani insanın ayaklarını yerden kesen cinsinden. Hadi yaşım itibariyle belki o kadar heyecanı kaldıramayabilirim ama en azından kalbim biraz çarpmalı; gözümde sevimli, renkli görüntüler canlanmalı ve en önemlisi o omza dayandığında başım okşanmalı.

Tabii bana düşen ise utanç ve suçluluk yaşamadan gelen kısmeti alıp kabul etmek, sonuca odaklanmadan. Tıpkı o kaldırımdaki çocuk gibi hiç hesap kitap yapmadan. O kollarını açtı, koştu ve sarıldı. Ben de kabul ettim. Aramızda hiç hesap kitap yoktu. Yaşandı bitti. Daha önce yaşanılanlara da böyle bakabilmek ve gelecekte yaşanılacaklara da anında cevap vermektir dileğim. Korkularımı bırakıp niyet ettiğim gün inanıyorum ki o da olacak.