Günlerimin akışını belirleyen, zoraki hareketlerimi doğallaştıran ruhumun zindeliği, benim için çok önemli.Bunun yolu; yalnızca bir gün için yapabildiğimin en iyisini yapmak ve kendimi rüzgârın önüne bırakmak, süzülerek, hiç direnç göstermeden. Tıpkı, o günkü martı gibi.

     Adını geçirdiğim o gün; Karşıyaka’dan İzmir’e gitmek için vapura binmiştim. Yukarı oturdum, açık alana. Rüzgâra verdim yüzümü, bolca havaya ihtiyacım vardı. Zor nefes alıyordum. Şimdi neye sinirlendiğimi dahi anımsamıyorum. Yalnız çok gergindim, saplantıdaydım, zor nefes alıyordum.

      Birden başımın üzerinde, sanki elimi uzatsam yakalayacakmışım hissini veren yakınlıktaki martıya takılı kaldı gözüm. Rüzgârın önüne hiç direnç göstermeden bırakıvermişti kendini. Boynu eğikti bedeninin iç kısmına doğru. Boynu eğik dediysem o, onun bir uçuş stiliydi muhakkak. Yoksa o süzülüşte boyun eğme ile kabullenme arasındaki direnç farkı çok rahat hissedilebilirdi, benim gibi ayrıntıcı bir göz tarafından.

      O an, onun yerinde olmak o kadar çok istedim ki… Anlatamam. Daha sonra, yaşamın içinde onun gibi davranabilmeyi hedefledim. Yani, her yeni gelen günü onun gibi hiç direnç göstermeden, bana düşen ayak işlerini yapıp gerisine “ne çıkarsa bahtına” demek gibi.

       Ayak işleri arasında, temiz havada oldukça çok zaman geçirmek, erken kalkıp yürüyüşler yapmak, hatta kuşları yakından tanımaya çalışmak da var. Diyelim ki, gün içerisinde hoşlanmadığım şeyler yaşıyorum. Bir beklentiye girmişim haberim bile yok. O gerçekleşmeyince düş kırıklığı yaşıyorum. Hemen bulunduğum yerden kopuyor ve düş kırıklığımın üzerinde tıpkı o martı gibi süzülüyorum. Umursamadığımdan değil. Kendi üzüntülerimin evrendeki yeri hakkında yeni bir bakış açısı edinmek, yani “Kuş Bakışı” bakabilmek için.

      O zaman, yaşadığım her neyse gözümde küçülüyor. O yaşadığım şeyi, evrende aynı anda binlerce insanın yaşıyor olabileceğini düşünmek, bana “yalnız olmadığımı” anımsatıyor ve yüreğimin daralması geçiveriyor.”Zavallı Ben” moduna daha fazla girip kendimi dövmüyorum.

       Ha… Bunu her zaman yapabiliyor muyum? Hayır! Fakat karınca misali uğrunda ölürüm ya, deyip bu yolda, bu bakış açısında yürümeye kararlıyım. Çoğu durumda çaresizlik, hiçbir seçeneğin olmamasından değil; kapalı akıl nedeniyle açık seçeneklerin görülmemesinden kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Tıkanıklık doğada değil, aklımızdadır, diyorum ve yazımı yaşamdan bir alıntıyla noktalamak istiyorum Alıntıyı, Mümin Sekman’ ın “Her Şey Seninle Başlar” adlı yapıtından yaptım.

        Yaşlı adam hapisteki oğluna mektup yazar:”Patates ekmek için tarlanın kazılması gerekiyor. Yaşlı ve hastayım, yapamıyorum. Yanımda olsaydın, ne iyi olurdu…”

        Oğlu mektubu okur ama hapistedir. Bu “gerçek çaresizlik” durumunda yapılacak bir şey yok gibi görünmektedir.

        Neyse ki, genç adam bizim gibi düşünmez. Hemen babasına cevap yazar: ”Baba, sakın tarlayı kazma, cesetleri oraya gömdüm!” Polis, mahkûmun mektubunu okuyunca hemen harekete geçer, cesetleri bulmak için tüm tarlayı kazar. Fakat ceset bulamaz!

        Birkaç gün sonra yaşlı adam oğlundan bir mektup daha alır:”Baba, bu şartlarda elimden gelenin en iyisini yaptım.”