Her ne kadar Konfüçyüs’e atfedilen bir sözde “Kendisini eleştirebilen insanlar, doğruyu ve güzeli bulma konusunda daha şanslıdırlar” dense de, çoğumuz o fırsatı kullanma konusunda bir hayli ihmal ve cimri davranmaktayız.

Başkalarını eleştirmek daha kolay ve kendi hatalarımızı unutturucu olduğu için kendimizden ziyade başkalarını eleştirmeyi tercih ederiz.

Her ne kadar söze “eleştiri” ile başlasam da burada kastedeceğim şey eleştiriden ziyade muhalif bir duruş, muhalif bir ruh olacaktır.

Zira eleştiri, yapılmış bir iş veya eyleme yöneliktir. Ama muhalif bir duruş -ki bunun ayar ve sınırını iyi belirlemek gerekir- iş ve eylemin gerçekleşme öncesini (en azından ben böyle düşünüyorum) kapsadığı için eleştiriden daha önemli diye kabul ediyorum.

Tehlike öncesi alarm veya ikaz diye de anlamlandırabileceğimiz bu duruş, hayatımızın her anını kapsarsa hata yapma ihtimalimiz çok aza inecektir.

Kişisel hayatımızdan tutun da kurumsal işlere kadar her yerde bu anlayış veya mekanizmayı yerleştirmek ve sağlıklı bir şekilde işleyişini sağlamak hem bireysel, hem kurumsal, hem de toplumsal hayatımız için vazgeçilmez olarak görülmeli.

İş ve işlemlerin daha doğru, daha güzel ve daha iyi olmasını istiyorsak, muhalif duruşu sergileyecek veya muhalif ruhu yaşatacak kişi veya kişilerin etrafımızda, yakınımızda olmalarını sağlamanın bir yolunu bulmak gerekir.

Biliyorum, kendi aklımızı beğenip başkalarının aklından üstün gördüğümüz, başkalarının işimize burnunu sokmalarını istemediğimiz, kendimizden başkasını beğenmediğimiz için bu çok zor olacak.

Nefsimizi yenmek, egomuzu alt etmek, gurur ve kibrimizi devre dışı bırakmak elbette çok zordur. İçimizden bir ses en yüksek perdeden sürekli bize aksini telkin ettiği ve biz de başka sesi duyma ihtiyaç ve gereği duymak istemediğimiz için bu zorluk devam edecektir.

Öyle ya, madem belirli bir makama gelmişiz (veya getirilmişiz) ve madem belli bir güç elimize geçmiş, o zaman bizde bir keramet var demektir. O zaman başkasının aklına da, ilmine de, fikrine de ihtiyacımız olmaz demektir.

Böyle düşünen olabilir elbette. Ama ilmin, tahsilin veya tecrüben ne kadar olursa olsun, çoğu zaman mutlaka başka bir fikir veya değerlendirmeye ya da farklı bakış açısına ihtiyaç hisseder insan, kabul etse de etmese de.

Özellikle de yöneticiler için geçerli olan bu duruş, onları hata yapmaktan uzak tutacaktır.

Bir şehirde yaşayanların genelini ilgilendiren konularda yapılacak bir çalışma olduğunda önceden işin uzmanlarının, ilgili meslek teşekküllerinin, STK’ların ve muhatap kitlenin görüş ve önerilerinin alınmasını buna örnek olarak gösterebiliriz.

Rahmetli babamın bir sözünü hiç unutmam: “Yapacağın bir saatlik bir işin ilk 15 dakikasını o iş hakkında düşünmelisin.” Şimdilerde buna “Planlama” denmektedir. Mesele planlama yapmakla bitmiyor tabi ki. Planlamanın mihengini iyi belirlemek ve planlamayı yapanların ehil olmasını sağlamak gerekiyor.

Yapılacak çalışmaların “daha iyisi olabilir mi, olursa nasıl olur?” sorusu ile birlikte daha geniş bir “ön askı” dönemi diyebileceğimiz sürecinde işlemesi, işlerin hem kamuoyunca sahiplenilmesini hem de hoşnutsuzluğu asgariye inmesini sağlayacaktır.

Son olarak belki özet olur diye bir cümle daha ekleyeyim, kastettiğim muhalif duruş veya muhalif ruha sahip insanlar, kralı çıplak gezdirmeyecek insanlardır.

Bir şey daha,büyüklerimizin söylediği, derin bir anlamı olan ve pek çok duruma karşı çözüm üretecek bir söz olan “Akıl akıldan üstündür” sözünü hep akılda tutmak ve her fırsatta başvurmak gerekir. Sadece sıkışınca devreye koyduğumuz bir kandırmaca! olmamalı.

Farkındasınız eminim, bu satırlarda ifade edilmek istenen şeyler UlumoğluTürküsü’ne dönse de biz söylemeye devam edelim.