Eğer siyaset bir meslek olsaydı, “çözüm üretme sanatı” olarak en gözde mesleklerden birisi sayılabilirdi. Ancak siyaset, bana göre bir meslek değil, belli bir süre halka ve bulunduğu beldeye “hizmet etme” alanıdır.

Krizleri yönetme, sorunları çözme, çözümleri kolaylaştırma ve hızlandırma adına çok önemli işlevi olan siyasetin, bir meslek olarak algılanması, hatta “vazgeçilemez bir hak” bilinmesi, amacının dışında iş yapmaya ve davranmaya neden oluyor.

Bunlardan en önemlisi kölelik veya efendilik meselesidir.

Kimi siyasetçiler “Biz size efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik” der. Kimi “biz sizin köleniziz” diyerek halkın efendi olduğunu vurgulamaya çalışır ama görünürde kendisini “köle” veya “hizmetkâr” değil, “seçilmiş, arınmış, müstesna, seçkin, kutsal birvarlık” ve aslında “ulaşılamaz” görür ve gösterir.

Her iki yaklaşımın da yanlış olduğu muhakkaktır.

Çünkü aslında “biz size hizmetkâr olmaya geldik” diyen, doğru yolda olandır. Elbette ki dediğiyle yaptığı bir olduğu sürece.

Çünkü siyaset, bir hizmet aracıdır ve böyle bilinmelidir. Aksinde siyaset, kendini ayrıcalıklı görme, halka tepeden bakma, burnundan kıl aldırmama, kendisini Kaf dağında görme, “Küçük dağları kendi yaratmış” edasına bürünme, halkı horlama, aşağılama şekline dönüşür.

Sadece seçimde oy istenen, “seçim süreci geçse de, şu basit insanlarla hemhal olmazsam” yaklaşımına neden olur.

Çoğunlukla da bu böyledir…

Ne yazık ki çoğumuz da, bize böyle bakanları seçmek/seçtirmek, onlara yetki vermek, tepemize çıkarmak için didinip dururuz.

Hatta bazıları bunlar için kavga eder, kendi akrabasıyla, dostuyla arayı bozar. Bir takım tutar gibi siyasi partiye ya da adaya bağlananların bir değer yargısı olmaz. Olsa olsa beklentisi olur ve bu beklenti, onun her şeyi yapmasına neden olur.

***

Şeyh uçmaz, mürit uçurur” deyimi, siyaset için de geçerlidir.

Daha düne kadar adı ve sanı bilinmeyen birisini “lider” olarak kabullenen ve kendisinden daha akıllı, daha bilgili, daha görgülü sanan yığınlar vardır.

Bir örgütün, bir partinin, bir grubun, bir cemaatin veya dış güçlerin “kukla” olarak kullandığı insanları, işi bitince buruşturulup bir kenara atılacakları “lider” sanan yığınlar da hiç eksik olmadı. Tarih, işi bitince bir kenara atılan kuklalarla doludur ve bunların içinde “lider” diyeceğimiz hiç kimse yoktur.

Düne kadar hiçbir şey olmayanın bugün her şey sanılması, kendisinin hiçbir şey olmadığı anlamına gelir.

***

Siyasetçilerin ya da liderlerin yakışıklı ya da güzel olmasına da gerek yok. Hiçbir lider ya da siyasetçi “yakışıklı” ya da güzel diye seçilmez. Ama nedense bazıları, yine “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” örneğinde olduğu gibi, kendisini “müstesna” sandığından olmalı ki, oto boka resmini yapıştırır.

Her yerde, her alanda, her anda, her platformda boy boy resimleri yer alır.

Bir şey diyecekse demeli, dediğinin altına imzasını atmalı ama üstüne bir de resim yapıştırmak zorunda hissetmemelidir.

Liderlerin –aşırıya kaçmamak şartıyla- resimlerinin olması doğaldır ama siyasetçilerin boy boy resimlerinin olması, onun ne derece narsist olduğunun da bir göstergesidir. Belki de siyasetçiyi pohpohlayanların yanlış yönlendirmesidir.

***

En çok karıştırılan da siyasetçi ile liderdir.

Herkes siyasetçi olabilir ama herkes lider olamaz.

Bir parti liderinin listeye aldığı herkes siyasetçi olabilir.

Bunun için bir becerinizin olmasına gerek yoktur.

Tahsiliniz, bilginiz, birikiminiz ve görgünüzden daha önemlisi “lidere sadakatiniz”dir ve sizi siyasetçi yapan da asıl işte budur.

Oysa lider öyle değil.

Tıpkı sanatçı gibi lider de sonradan olunmaz, doğuştan bir yetenek gerekir ve sonradan olansa “kendini geliştirmek, emek vermek”tir. Lider, halkını en iyi tanıyan, onun derdiyle dertlenen, sevinciyle neşelenendir.

Lider, derdi olandır.

Yürek yangını bulunandır lider.

Bir amacı, bir davası, bir kaygısı ve kavgası olandır lider.

Sağa sola çekilen, emir verilen, talimat alan, yönlendirilen, itilip kalkılan, gizli kapaklı iş çeviren, halkını veya ülkesini pazarlayandan lider olamaz. Olsa olsa “bir süreliğine kullanılıp atılacak” bir eleman olur.

Belki de bütün bunlardan dolayıdır ki, siyasetçilerin bir örgüte, bir kuruma, bir kuruluşa, bir cemaate ya da oluşumlara kul, köle ya da mensup olmasını sevmiyorum.

Siyasetçilerin aynı zamanda “efendi” olanını da hiç sevmiyorum.

Burnundan kıl aldırmayan, halka tepeden bakan, kendisini benden, senden, ondan, bundan üstün görenleri de sevmiyorum.

O nedenle siyasetçilere diyorum ki, asla kölemiz olmayın ama ne olur efendimiz de olmayın.

Olacaksanız “efendi” olun…