Zamanın birinde Batı Anadolu köylerinden bir delikanlı çalışmak için İzmir’e gider. İzmir in köklü ailelerinden birisinin kızıyla tanışırlar ve evlenmeye karar verirler. Ancak kızın ailesi razı olmaz.

Kız tüm engellere aldırmadan köylü delikanlı ile evlenir. Ama ekonomik sıkıntılardan dolayı İzmir’de yaşayamazlar.

Tek çare köye gidip yerleşmektir. Yerleşmesine yerleşirler ama şehir kızı köy hayatına alışmakta zorluk çeker. Onu en çok rahatsız eden de hayvan dışkılarının çevreye yaydığı kokudur.

Kokuyu ortadan kaldırmak için her gün bahçeyi temizler.

Evin yaşlı dedesi kendini fazla yormaması gerektiğini, ne kadar temizlik yaparsa yapsın kokunun devam edeceğini söylemesine rağmen kız ısrarla temizliğe devam eder. Dedeye de bu kokuyu gidereceğini söyler ısrarla.

Aradan 3 ay geçer. Kız sevinçle dedenin yanına gelir ve artık bahçede hiçbir kokunun olmadığını, sonunda kokuyu ortadan kaldırdığını söyler.

Dede kıza döner ve “kızım koku hala aynı koku, sen kokuyu ortadan kaldırmadın sadece senin burnun kokuya alıştı.” der.

*

Bir arkadaşım “biz maddeyi manaya tercih ettiğimiz gün kaybetmiştik” diye bir cümle kullanmıştı. Toplumda yaşanan olumsuzlukların artması ve bunların da sık sık medyada yer alması üzerine yaptığımız bir sohbet esnasında bu cümleyi kullanırken özellikle de belirmişti: “Maddeyi ihmal edelim diye demiyorum ama madde ile mana arasındaki dengeyi de iyi kurmamız gerekiyor” demişti.

Ortaya atılan fikirler “Ne oluyor?” ile “Ne olacak?” arasında gidip gelirken yapılan tespit ve öngörüler hiç de ümit verici değildi.

Uyuşturucu kullanmaktan ahlaki erozyona, insani değerlerin yerlerde sürünmesinden sürekli kaybeden bir Adıyaman’a kadar, memleketi ilgilendiren konularda aklımızın ve bilgimizin yettiği kadarı ile konuşurken karşımıza hep karamsar bir tablo çıkıyordu.

Bir yandan insanlarımızın huzur, güven ve geleceklerini doğrudan ilgilendiren konular ve bunlar karşısında insanı hayret düşüren toplumsal duyarsızlıklar, bir yandan da bu olumsuzlukları izale edilmesi konusunda ciddi ve tatmin edici bir girişim ve çabanın hissedilmemesi.

Göründüğü kadarıyla veya çıkan kokuya göre durum gerçekten ciddi.

Gençlerin maruz kaldığı fuhuş ve uyuşturucu belası, bunalımlar, intihar, saldırı ve hırsızlıklar… Kamuoyunda dile getirilen şeyler gerçekten ürkmemizi ve endişe etmemizi gerektiren şeyler.

Belki yersiz ve gereksiz endişelerdir. Belki birkaç bireysel olaydır. Belki de birilerinin abartmasıdır.

Ama ya değilse?

Kaç zamandır haberlerde ve köşe yazılarında yer aldığına göre, koku rahatsız edecek boyuta gelmiş demektir.

Kokuya alışmadan bir şeyler yapılmalı.

Kokuya alışırsak gerisini siz düşünün artık.

***

Daha kötüsü kokuya alışmaktır” başlığı ile 2014 yılında yayınlanan bu yazımı tekrar okuduğumda değişen fazla bir şeyin olmadığını görmek gerçekten acı bir durum.

Tekrar edelim. Pis kokuyu değil pis kokunun kaynağını kurutmadıkça hallolmayacak bu durum Karşısında en etkili ve köklü tavır, topyekûn bir sahiplenme, bir irade ortaya koyma ve bunu faaliyete geçirmektir.

Şunu da unutmamak gerekir. Uzun yılların birikimi olan birçok sorunu belli bir zaman dilimine ya da belli bir kesime mal etmek çözümün önündeki büyük engellerdendir. Yani olaya kimseyi “suçlamadan” ve “dışlamadan” yaklaşmak gerekiyor.

Emin olun, herkesin ve her kesimin yapması gereken, yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır.

Yeter ki samimi ve dürüst olarak isteyelim ve yeter ki bu “ihmal”, “nemelazımcı” ve “aymaz” hallerimizden kurtulalım. Çünkü kokuya alışmaya götüren süreç, “aymaz” ve “bana ne” anlayışı ile doludur.

Memleketin, toplumun derdini dert edinen, dertlenen insanların artması temennisi ile…