Alevi’siyle Sünni’siyle ayrılmaz bir sosyolojiye sahip Adıyaman halkının yıllardır beklediği, GAP Eylem Planında öngörülen sürede bitirilmesini bir yana bırakalım, henüz başlanılmamasından yakınmamıza karşın, inşaat ihalesinin yapılacağı haberleri üzerine yörede oluşan tepkileri “Koçali Barajında Ne İsteniyor?” başlıklı 2 Ekim 2014 tarihli yazımızda irdelemiş, yazımızı: 

“… Aksi halde Atatürk Barajı ile bir ilçesi köylerle birlikte haritadan silinen Adıyaman’ın “mağrur” Şanlıurfa karşısındaki “mağdur” Adıyaman destanı, bu kez Koçali ve Gömikan Barajlarıyla tekerrür ettirilecek “tarih”le Koçali ve Gömikan ile çevre köyler için yazılır. Özellikle adında “adalet” olan bir siyasi partinin iktidarındaki yönetimde köylülere alışılagelmiş bedel takdir nedenlerinin dışında bölgenin topografik yapısı ve arazi azlığının da Tarım İl Müdürlüğü ve DSİ yetkililerince göz önünde bulundurulması, böylece objektif değer artırıcı unsurların en üst seviyede uygulanması şarttır. Nitekim aynı koşullara sahip Karadeniz bölgesindeki bedel takdirlerinde de aynı kıstasların göz önünde bulundurulduğu ve böylece olası mağduriyetlerin minimuma indirildiği ifade edilmektedir.
Bir milyon beş yüz bin Suriyelinin mağduriyetini gideren bir ülkenin, kendi halkı olan birkaç yüz bin dağ köylüsünün mağduriyetine sebebiyet vermeyeceğine inanıyorum.
Bu uğurda dökülecek “mürekkepler” soruna çözüm olur inşallah…” diyerek noktalamıştık.
Aradan geçen bir yıl içerisinde yöredeki tapulu araziler ile yoksul halkın zilyedinde olmasına rağmen tapusuz olduğundan kamulaştırılamayan ve bu nedenle para ödenemeyen çiftçilere “vicdani” “örtülü tazminat” gibi tapulu araziler için rayiç değerden daha fazla bedeller ödenerek mağduriyetlerine sebebiyet verilmediği ifade ediliyor. Bu bedellerden yöre halkı genellikle memnun mu? Memnun olmayan bir beyanata rastlamadım. Lakin münferit de olsa hak sahipliği ve bedele itiraz haliyle olmuştur belki… 
Barajın kısmen sit alanında kaldığı iddiasına pek bir şey denilemez ise de ekolojik denge konusuna gelince; taş, mermer ve maden ocakları ile çoğu kasıtlı yakılan anızlar da aynı dengeyi bozmaktadır. Orman Mühendisi bir dostum, bu tür yer altı ocaklarının çalışma bitiminde devletçe derhal toprakla doldurulup mümkün mertebe ağaçlarının dahi ekilebilmesi için ruhsat alımı esnasında müteahhitlerden gerekli paranın peşin alındığı, ancak devletin bu görevini yerine getirmeyip parayı diğer kalemlere aktardığını ve dolayısıyla dağ ve ormanların adeta “oyulan göz” halinde bırakıldığını anlatmıştı. Bazı belediyelerin otoparkı olmayan yapılara ruhsat verirken otopark ücretini tahsil etmesine rağmen onlarca yıldır bir araçlık kapalı otopark bile yapmaması gibi…
Esas konumuza dönecek olursak, ekolojik dengeyi korumak elbette devletin asli görevlerindendir. Lakin rahmetli Aşık Mahzuni’nin “İnce İnce Bir Kar Yağar” türküsündeki “Yolsuz Maraş, susuz Urfa” sözlerini yıllarca “Susuz Adıyaman” şeklinde söylememize sebebiyet veren kuru arazilerimizi “sevgilisi” ile buluşturacak barajları yapması da devletin en asli görevlerindendir. 
Atatürk Barajı ihdas nedeninin “Sünnilerin yerinden yurdundan edilmesi” gibi içi boş bir iddia olmuş olsa idi nasıl ki “iz tutmaz” idi ise, Koçali ve Gömikan Barajlarının ihdas nedeni için de aynı iddianın bu kez Alevi kardeşlerimiz için ifade edilmesinin “iz tutmayacağına”, palyatif bir değerinin dahi olmayacağına inanıyorum. 
Bir yıl önce sayısının bir milyon beş yüz bin olduğunu yazdığımız “birinci sınıf vatandaş!” Suriyelilerin sayısının bu gün tam iki katına çıktığını görmemiz ise; Suriye konusunda izlenen devlet politikasına yönelik önceki eleştirilerimizin maalesef ne denli isabetli olduğunu bir kez daha göstermiştir. 
Keşke yanılsaydım…