Bundan önceki yazımızda, yazımızın devamının geleceğini söylemiştim. Vereceğimiz örneklerle, çocuğumuzla iletişimimizde ve daha sağlıklı bir ortamda yetişmesinde yardımcı olmak, olaylara farklı pencerelerden bakmayı sağlamak en büyük gayretim olacaktır. İşte bu düşünce ile yaptıklarımızın farkında lığına varabilmek, zaten var olanları anlamlandırabilmek için konuları fazla açmadan, kopukluk oldu mu olmadı mı? Diye düşünmeden, belirli konuları, ardı ardına sıralayacağım. Bu bağlamda ilk olarak terbiye etmek ve dayak olayı üzerinde duralım.

 

     Terbiye etmek yıllardan beri, dayak atmak olarak algılanmış “kızını dövmeyen dizini döver.  us ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. ”Gibi yanlış söylemler ve dayak olayı çocuklarımızda çeşitli öğrenim bozukluklarına yol açmakla birlikte, kişilik gelişimlerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Kendi kültürümüzde var olan terbiyenin, dayakla karıştırılması, çocukla beraber kültürümüzede darbe vurmuştur. Söyleyecek sözleri olamayan insanların lafın bittiği yerde tek çarenin kaldığını, onunda kötek olduğunu düşünmeleri yanlışları peşi sıra sergilemeleriyle neticelendi. “Sahip olduğunuz sadece çekiçse herkesi çivi olarak görürsünüz.” Düşünsenize, sizden oldukça iri bir insan sizin karşınıza dikiliyor size tepeden bakarak kaşlarını çatmış hem bağırıyor, arkasından bir tokat, hem de nasihatlerde bulunuyor. Kaçımızın aklında söylenilenler kalır. Kaçımızın ruh halinde olumsuz, korku dolu hisler uyanmaz.

 

     Bu bizim kültürümüzden kaynaklanmayan, ekonomik zorluklarımızdan, iş hayatımızda biriktirdiğimiz sıkıntıların, çocuğumuza yansımasıdır. Buradaki davranışın, çocuğun iyiliği için yapıldığından bahsedilemez. Bu ortamda ve şartlarda ne kadar doğruları söylediğiniz çocuğunuz için fazla önem arz etmez. Çünkü sizi anlayacak, size hak verecek, durumda değildir. Önemli olan, çocuğunuz yanlış davranış geliştirmeden önce önlemini almaktır. Yani terbiyenin zamanında verilmiş olmasıdır.

      

     Çocukları yıllarca boş kova olarak gören öğretmen ve velilerimiz bilgi depolamakla kendilerini görevlendirmiş. Aktardıkları bilgileri katıksız geri aldıklarında, çocuk akıllı bir birey olmuştur. Düşüncesi, çocuklar üzerinde olumsuz etkiler bırakmıştır. Bilgiyi kullanamaz hale getirmiştir. Bundan önceki yazılarımın birinde de söylediğim gibi. Bence önemli olan yine tekrar edeceğim. “işi doğru yapmak değil, doğru işi yapmaktır.” Bakın size bir anımla bir bakış açı getirmeye çalışayım:

 

     2000 yılında Toplam Kalite Yönetimi seminerine katıldığımda, bana şu soru geldi: “Mümkün olan en yüksek öğrenci başarısı nasıl artırılır?”

      Cevaben şunları ifade ettim:

  1. Öğretmen ve öğrencinin motivasyonunu (isteklendirme) artırırsan,
  2. Öğretmeni hazırlıklı derse sokarsan,
  3. Huzurlu bir ortam sağlarsan,
  4. Öğretmenine dolayısıyla öğretmeninin de öğrencilerine sevgiyle yaklaşımlar sergilerse,
  5. Mevcut olan eğitim-öğretim yönteminin tam tersini uygularsanız, en yüksek öğrenci başarısını artırırsınız.

 

     Demiştim. Anlatmaya çalıştığım bir iş yapılıyordu ve doğru yapılması içinde idareciler öğretmenlerini, öğretmenlerde öğrencilerini azarlayıp duruyorlardı. Çünkü her ikisi de işlerini doğru yapmaya çalışıyorlardı. Ama görüldü ki işi doğru yapsan da başarı gelmedi. Neden? Çünkü yaptığın doğru iş değildi. Nihayetinde yeni eğitim-öğretim programı geçen yıldan buyana uygulamaya geçirildi.

 

     O kovayı sonuna kadar doldurdunuz, bilgi hamalı mutsuz bir çocuk mu yoksa az bir bilgiylede olsa sahip olduğu bilgileri kullana bilen mutlu çocuklar mı daha tatmin edicidir? Kullanılmayan bilgilerin kime ne faydası var?

 

     Çocuğunu oynamaya temiz elbiselerle gönderen anne için, çocuk eve üzerini kirletmeden geliyorsa akıllı, kirleterek geliyorsa yaramaz olarak nitelendiriliyor. Futbola merak sardığım dönemlerde antrenmana gittiğim, sonra antrenmanın iptal edildiği bir gün, annem çantamdaki çamaşırlara yöneldi. Bir sürü hakaret türü söylemden sonra, yıkamak için malzemelerimi çıkardı. Bende “anne antrenman iptal edildi, çamaşırlarım temiz” dediğimde, söylemleri boşa gitmesin diye olsun: “çantanın kokusu sinmiştir” dedi. Bu ruh hali içerisinde profesyonel futbolcu oldum. Bir dönem iyide para kazandım. Ama maalesef futbolculuk hayatım çok kısa sürdü yine ailemden kaynaklanan sebeplerden dolayı. Bu 37 yaşına gelmeme rağmen, futbolculuk içimde hep bir ukde olarak kaldı. Kız çocuklarının oynadıkları evcilik oyunlarında çıkan küçük tartışmalara anında müdahaleler edildi. Bu büyüklerimiz için doğru bir davranış değildi. Çünkü ailelerimiz tartışmayın, güzel güzel oynayın, bizde kafamızı dinleyelim düşüncelerinin ve egolarının bence tatminiydi. Gözden kaçırılan nokta ise çocukların oynadıkları oyunlarının hayatın küçültülmüşü olduğu gerçeğiydi.

 

     Çoğu anne baba kendi düşüncelerine göre çocuklarını yetiştirmeye çalışıyor ama yine unuttukları nokta çocuğunda bir birey olduğudur. Anne babalar aslında kendilerine zamanında zor gelen ya da yapamadıklarını çocuklarında görmek istiyorlar. Buda düşüncelerinin barınamayacakları bir bedene sokulması uğraşını doğuruyor. Ki buda çocuklar üzerinde kendini ifade edemeyen, güvensiz tavırlar sergileyen, bağımsız hareket edemeyen bireyler olarak karşımıza çıkıyor.

 

     Bundan sonraki yazımızda yine değişik örneklerle sizlerin bakış açısını genişletmek için devam edeceğim.

     Lütfen çocuklarımıza gerekli özgürlükleri tanıyalım, hayatı tanıma, anlama, yorumlamalarına olanaklar sağlayalım. Yaparak yaşayarak öğrenmenin daha kalıcı olduğu hepimiz tarafından bilinen bir gerçektir.

           

                         Gelin gerçeklerle çelişmeyelim.