Coronalı günlerde bazıları çıkıp bugünleri olumlu yönde değerlendirdiğini söylediğinde beni o kadar kızdırıyordu ki anlatamam. Sonra sonra yeni bir dil öğreniyormuşçasına dikkat kesildim. Ne diyor bu insanlardan yavaş yavaş dediklerini uygulamaya geçiyorum. Niyetim açık fikirlilikle yola devam etmek. Kolaylıkla ve sevgiyle olsun.

 Bir çay içerim dediğim komşu teyzeyle ve son gücümle savaştığım sosyal medyayla zorunlu da olsa iletişime geçtim. Pek barışık olduğumu söyleyemem. Fakat ikimiz de istekliyiz bunu hissediyorum.

Youtube’ den bir sürü video izliyorum. Online atölye ya da kitap okumalarına katılıyorum derken yeni kişileri tanıyorum, bazen tanış oluyorum. Yaşamın hediyeleri dediğim hediyeler geliyor, işim kolaylaşıyor. Yeri gelmişken bunların birinden söz etmek istiyorum. Yeğenim Ece,  netflix hesabı açtı bana güzel bir jest yaparak. Arkasından bir hafta geçmedi katıldığım bir atölyede netflixten izlemem gereken belgeseller listesi geldi. Her şey yerli yerince uygulamaya geçti. Şükürler olsun.

Bu arada Sinan Canan ilgimi çekti. Arkasından Dücane Cündioğlu ve birçokları derken ben bu işten hoşlanmaya başladım. Yani yeni dilin ABC’ sini sökmeye başladım. Şevkim arttı.

Sinan Canan ve Sesil Pir’ in “İnsan Odaklı Liderlik” ‘’Olmadığın Yere Götüremezsin’’ adlı kitabını aldım okudum. Kendimi olmak istediğim yere götürmekte yardımcı olacağını düşündüğüm için okudum. Sözcükler fonetik açıdan cezbedici. Fakat kavramsal olarak ürkütücü. Sorumluluk istiyor, disiplin istiyor. Bunlardan önemlisi de cesaret istiyor. Gelin size yazarların dilinden aktarayım işin özünü:

“Gelişim için gayret, gayret için NEDEN ve sonrasında da cesaret gerekir. İnsanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisi olan ‘cesaret’ mesela. Sonra basiret, feraset...”

Bu alıntıdan yola çıkarak bir şeyi cesaretle itiraf etmek istiyorum. Çok moda olduğunu düşündüğüm ve oldukça politik bir söylem olan “ Lütfen kişisel algılama, bunun seninle hiçbir ilgisi yok.” cümlesini ben de kullanmaya başladım. Hatta bazen doğru bile buluyorum. Çünkü gerçekten dünya benim etrafımda dönmüyor, öbür yandan da ben gerçekten dünyayı ancak kendi dünyamdan yorumlayabiliyorum. Kaos ve kosmos yani. Fakat bunun için de insanlarla zaman geçirmem gerekiyor. İşte bu doğrultuda bu kitabı aldım ve okudum. Ne kadar hizmet etti. Bakalım. Başka bir alıntıyla da en azından başlığımıza gönderme yapalım.

“Ticaret eskiden bireyler arasındaki küçük paylaşımlarla yapılıyordu. Ancak dünyanın girdiği hızlı gelişim sürecindeki ekonomik ve sosyal çerçevenin birbirinden uzaklaşmaya başlaması; iş gücü, emek ve emekçi arasına mesafeler ekledi. Bu durum ise zamanla bizleri “ ticaret ve insan “ ilişkilendirmesinden uzaklaştırdı; ticaretin “ insan “ kavramından ayrı düşünülebileceği yanılgısını oluşturdu. Başlıkta verdiğimiz “ Bu sadece ticaret; kişisel değil...” ifadesi de ticaretin insan kavramından ayrı düşünülmesinin bir sonucu olarak belirdi.”

Aynı günlerde Dücane Cündioğlu’ nun “ Kader ve Talih” başlıklı viedosuna denk geldim. O kadar güzel tespitlerde bulunmuş ki, onun önerisiyle de tıpkı öğrenciliğimde yaptığım gibi not alarak dinledim. İyi geldi. Aynı zamanda yoğun. Tam kavradığımı söyleyemem. İlgimi çekmeyi başardı ama.

Örneklerle yola çıkmış, tespitler derin araştırmalara dayandırılıyor. Tamam. Fakat ben yine tabii kendimden yola çıktım. Bana çağrıştırdıklarına takıldım genelde.

Onun bahsettiklerinden genel anlamda bahsedeceğim için paylaşımla ilgili yanlış yorumlara yol açabilirim diye kaygılandım bir an. Fakat bir şeyi uzun uzadıya yazacak gücü henüz kendimde bulamıyorum. Affola.

İnsan yaşamının bir oyun gibi algılanabileceğini söylemiş bir yerde.Bunu zenginleştiren açılımlardan birinde de tiyatroculara değinmiş. Kaosu ve kosmosu içinde barındıran yaşam diyalektiliğinde bunu canlandırmak oyuncunun ruh hali için çok yorucu olduğundan genelde tiyatrocular alkolik olur. Saat tamircileri için de bu böyledir. Çok ince işler dış destekleri gerektirir gibi dayanakları olan araştırmaları aktardı. Meraklısı zaten youtube’den izleyebilir.

Benim anne tarafımda erkekler genelde saat tamirciliği mesleğiyle hayatını kazanmış insanlardır. Hafta sonları piknikler de dahil içki sofralarımız hep daim oldu. Güzel günlerdi. Hatta genç kız olma dönemindeyim. Bir piknikte adet görme sancım tuttu. Arabanın içinde kıvranıp duruyorum. Biri bir çay bardağında su gibi bir şey getirdi. Erkekler masadan göndermiş, içsin sancısı kesilir diye. İçtim. Sancım kesildi.Büyüdükçe sandım ki içtikçe sancılarım kesilecek. Öyle olmadı. Ben de içmeyi kestim. Tabii öyle kolay olmadı. Ta ki ikinci eşimle kızı hakkında konuşmaya cesaret edebilmek için körkütük olmam gerektiğine inandığım zaman uyandım. Baba kız arasında yaşadığım o araf beni babamla yaşadığım duygusal bağa götürünceye kadar. Çünkü o çay bardağını babam göndermişti.

Nereden nereye değil mi? Bende böyle çalışıyor. Diğer aldığım notlara yeri geldikçe değinir miyim, bilmiyorum. Fakat bir ters köşe söylemini de çok sevdim. Umut oldu.”Coğrafya insanın kaderidir” kullanılamaz böyle bir cümle diyor ve  bunu çok derin, adım adım anlatıyor. Hoş. Böylece epigenetik diye adlandırılan atalarımızla oluşturulan o bağ sağlıklı bir hale getirilebilir diye de bana umut oluyor. Her zaman bir seçim hakkı olduğunu bilmek aynı zamanda insanı cesaretlendiriyor.Atalarımızı da onurlandırmayı unutmamak gerekir tabii. Nur içinde yatsınlar.