Baştan söyleyeyim, okurken size anlamsız gelen bir akışla karşılaşabilirsiniz. Sonunda elle tutulur bir şey de kalmayabilir ama dile gelen birçok şey bulabilirsiniz. Başlıyoruz…

Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanırmış. “Görmek ve bakmak” üzerine yoğunlaştığımız kadar “duymak ve işitmek” üzerinde de düşünebilseydik keşke.

Çok şey yazmak isteyip de hiçbir şey yazamamak, çok şey söylemek isteyip de hiçbir şey söyleyememek gibidir” demişti bir dostum.

Aslında söyleyene değil de söyletene bakmak lazım. Kimini aşk kimini dert söyletirmiş. Gerçi kimilerine göre aşk da bir dertmiş.

Doğruların savaştığı bir toplumda yaşıyoruz desem, itiraz eden olur mu acaba? Esası “fayda” veya “çıkar” olan ama “doğru” kılıfı giydirilmiş hevâ ve heveslerin savaşı…

Gerçek ama doğru olmayan savaş..

Hasbiliğin hesabiliğe, şahsiyetin şahsiyata kurban verildiği bir savaş…

Savaş demek de yanlış; belki de salaş bir uğraş.

Ama bir çatışma, ama bir çakışma var. Bazen aleni, çoğu zaman gizli ve sinsi.

İdarenin iradeden aciz kaldığı bir yerde kukla olduktan sonra ipin kimde olduğu ne fark eder ki?

Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor.

Bilirsiniz, insan; iyiliği kadar taşlanırmış. “İyi” ile “doğru”nun buluştuğu kaç nokta var acaba?

Doğru”da kaybettiğimiz ölçüyü “iyi”de de bulamamışız. Anlayacağınız kantarın topuzu kaçmış bir kere. Kaçmasa da fark etmez aslında. Çünkü bu kantar ne tartar bilinmez.

Kamera ve objektiflerin maskeler değiştirip makyaj tazelediği bu sahnede, söylemler zirve yaparken eylem yetim gezermiş.

Söz uçar yazı kalır demişler ya, burada hepsi uçuyor. Sözün sahibi de yazının sahibi de.

Ehli makamın hangi makamda terennüm edeceği, hangi endam ile sırıtıp rol keseceği, rüzgârın yönüne ve yelin şiddetine bağlı olduğu bir yerde “doğru” ve “iyi” olabilmenin ölçüsü ne ola ki?

Kaç metre, kaç kilo, kaç litre “şey” lazım ki “doğru” ve “değer” sahibi sayılsın biri?

Güçlü” ile “doğru” arasında tercihte belirleyici ve yönlendirici olan nedir dense, “iyi olan kazansın” mı ağır basar, yoksa “top yuvarlaktır” gerçeğine mi teslim olunur?

Semer seçilirken eşeğin fikri değil ölçüsü alınır. Eşek olursan ölçünü, insan olursan fikrini alırlar” demişler ya, halt etmişler. Fikrin alınması için insan olmak şart değil. Aslında fikir alınması da şart değil, hatta hiç almazlar da.

İlk taşı atmaya cesareti olmayanların, ilk taşı atacak olanı beklerkenki sinsiliği, o ilk taş atıldıktan sonra da kalabalığın arasına gizlenip haince, alçakça, kahpece saldırmaları yok mu, adeta taşların bağlanıp itlerin salıverilmesi gibi acı veriyor, koyuyor insana.

Çıkmayan candan umut kesilmezmiş ama can çıkmadan da huy çıkmazmış. Huylu huyundan vazgeçmediği için de idari maslahat gereği yem sahiplerinin dümen suyundan gidilirmiş. Bu yüzden atacak kemiğin varsa seni sevmeyen köpek bile kuyruk sallar demişler.

Bazılarının beyhude çırpınışlarını anlamak gerçekten çok zor. Yanlış trene bindiğine aldırmıyor da habire koridorda ters yöne koşuyor. Sonra da gelsin sık sık kayış kopmalar…

Aslında bazen sağa çekip beklemek gerek.

Sorana da “sağa çektim, bekliyorum” demek lazım…

Unutmadan,

Biz sorun giderici değiliz kardeşim” derken “biz sorun çıkarıcı da değiliz”, “kir giderici değiliz” derken de “kirleten de değiliz” denseydi eğer, o zaman daha güzel olurdu her şey. Daha samimi ve daha çatışmasız ve daha dingin…

Üstelik “kirletmedik diye temiz kaldık mı?” sorusu daha bir anlam kazanırdı...

Ne güzel demiş filozof:

Canavarlarla savaşanlar ona benzememeyi başarmalıdır.

Bir yerlerden aşina olduğunuz, bazı çağrışımlar yapan cümlelerle karşılaşmış olabilirsiniz. Merak etmeyin, geçicidir, zarar vermez. Maksat kalıcı olması ;)