Elinde telefonuyla küçük bir kız çocuğu. Yaşı gibi bedeni de ufak tefek. Telefona kilitlenmiş gözlerinin içi gülüyor. Binanın köşesine sıkışmış vaziyette taşa oturmuş. Kim bilir neler görüyor telefonun ekranında eli yüzü kirli, üstü başı eski püskü küçük bir kız çocuğu. Neyse ki donmamış soğuktan. Çünkü henüz sonbahar.

İşte dedim “Kibritçi Kız”. Her okuyuşumda nasıl da içim acırdı o öyküde. Bu görüntüde de ona benzer bir sızı işledi yüreğime. Fakat bu kız çocuğu hayattaydı ve yüzü gülmeye devam ediyordu. O donmuş yüzdeki gülümseme farklıdır bilirim. Nerden mi?

Uzaktaydım babam öldüğünde. Onun için morga konulmuştu cesedi. Görmek için gittiğimde o hafif tebessüm çok tatlıydı donmuş yüzünde. Öyle sıcak gelmişti ki bana üzerinden zor almışlardı beni.

Tabii “Kibritçi Kız” masalında o sona gelinceye kadar bir sürü ayrıntı vardı dillendirilen. Babaannesiyle ilgili ayrıntılar da bunlardan biriydi. Empati kurduğumu pek söyleyemem. Çünkü rahmetli babaannemle oldukça karışık bir ilişkimiz vardı. Bugün kader birliği ettiğimiz konulardan yola çıkarak biraz olsun anlamlandırabilsem de yaşadıklarımızı yine de sıcak bir ilişkimiz vardı diyemem.

Babaannemden ve halamdan aldığım eş ve evlat kaybı mirası bugün onlarla olan ilişkimi daha değişik bir çerçeveye oturtuyor tabii. Yalnız olmadığımı bilmek, onlar baş ettiyse ben de edebilirim gibi motive edici bir yanı olması yanı sıra, telaşla bu mirasın artık durdurulması için bir şeyler yapmak gerekir arasında gidip geliyorum. Öyle ya da böyle bu benim gerçeğim. Malzeme bu, ne yapacağıma ben karar vereceğim sonunda. Bu sorumluluğumu farkındayım ve ağır geliyor açıkçası.

Bir de öyküdeki kızın açlıktan gördüğü görüntüleri düşününce boğazıma bir düğüm gelip oturuyor. Ben hiç aç kalmadım. Fakat acayip bir aç kalma korkusu yaşıyorum. Bunu da yine atalarımdan aldığım mirasa bağlıyorum. Çünkü onların savaşın içinden çıkıp geldikleri için anlattıkları, yaşadıkları ve farkında olmadan bize yaşattıkları vardı. Sağ olsunlar bizi aç bırakmadılar ama o korku kılcal damarlarıma kadar işlemiş. Bugün hala benim gözlerimi dolduran bir sahnedir acıkmış bir canlının nasıl telaşla karnını doyuruyor olduğunu görmek. Andersen’ in bir masalı ‘ Kibritçi Kız’ üzerinden nerelere gittik yine. Aslında kız erkek demeden insan olmanın gereklerinden payımıza düşeni alıyoruz hepimiz. Bu malzemelerle ne yaptığımız bizi özel ve farklı kılıyor. Ben yine de benzerliklere odaklanarak bu dünyayı deneyimlemeyi seçiyorum yalnızca bugün için. Çünkü ait olma duygum böyle gelişiyor. Yoksa bu dünyadan çekip gidesim geliyor.