Türkiye’den gelen on gazeteci ile birlikte mütevazı, sade yapılı bir evin önünde durduk. Kapısında “Barbarlık Müzesi” yazıyordu…
            İsmi bile iğrenç, ürkütücü geliyordu. “Buranın ismini niye barbarlık koymuşlar” diye sorduğumda, Hüseyin Turan kardeşim, “İçeri girdiğimizde anlarsın” karşılığını verdi.
            Evet, içeri girdiğimizde barbarlığın daniskası ile karşılaştık. Oruçlu bir günde böylesi bir yazıyı kaleme almak bana ağır gelse de, gördüklerimizi, düşüncelerimizi paylaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
            Gördüklerimizle birlik rehber arkadaşımızdan buranın hikayesini dinliyoruz; Aralık 1963 tarihinde Rumlar, Türklere karşı adanın her bir tarafında saldırılarını arttırmış, savunmasız yaşlıları, kadınları ve çocukları sadece Türk oldukları için katletmeye başlamışlardı.
            24 Aralık 1963 tarihinin gecesi Kıbrıs Türk Kuvvetleri Komutanlığında doktor olan Binbaşı Dr. Nihat İlhan görevde olduğundan, evinde yoktur.
            24 Aralık`ı 25 Aralık`a bağlayan gece Hıristiyan inancına göre Noel’dir.   Hıristiyan inanışında Hz. İsa`nın doğum günü olan bu gece kutlu doğumu kutlamak için şenlikle, ayinler, dualar yapılırken, Rumlar çocukların, yaşlıların, kadınların kanlarını akıtmayı tercih etmişlerdir.
Rumlar otomatik mavzerlerle İrfanbey Sokağı`na girdiklerinde, 2 numaralı evde bulunan Mürüvet Hanım, üç oğlunu uyutmaya hazırlanıyordu.
Mürüvet Hanım, kapının önündeki Rumca konuşmaları duyar duymaz, çocuklarını banyoya götürerek üç oğlunu küvetin içine sakladı. Misafirleri olan ev sahibi Hasan Efendi ve eşi Feride Nineyi tuvalete sakladı. Kendisi evin bir köşesinde savunmasız beklerken Feride Ninenin kız kardeşi Nuvber, beş aylık bebeği Işıl ile birlikte banyonun bir köşesine sığındılar.
Bir anda caniler kapıyı kırmış, makineli tüfeklerle rastgele ateş etmeye başlamışlardı. İnsanlık ayıbının yaşandığı bu evde anne, üç çocuk ve ev sahipleri Rumlar tarafında katledilmişlerdir.
Barbarlık Müzesinde bunları dinlerken gözlerimiz mermi izlerine ilişiyor. Banyodaki küvet ölüm çukuruna dönmüş, hala kan izleri yerinde duruyordu. Odada onlarca mermi izi ile karşılaştık.
Kırılmış dişler, yolunmuş saçlar, kan izleri olan bornoz ve havlu tüylerimizin ürpermesine yetmişti.
Anlamıştım buraya niçin “Barbarlık Müzesi” dendiğini ama bana biraz pahalıya patlamıştı. Yüreklerimiz burkulmuş, ciğerimiz yanmıştı.
Bir kaz daha nefretle kınadık insanlık suçu işleyen, soykırımın baş aktörleri, insanlıktan nasibini alamamış insan hakları havarilerini…
Bir kez daha anladık, 1974 yılında Başbakan Bülent Ecevit’in niçin “Kızım Ayşe tatile çıksın” dediğini…
Bu vesile ile adaya barış ve huzuru getiren, soydaşlarımızı Rum mezaliminden kurtaran rahmetli Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan ile dönemin Dışişleri Bakan’ı Turan Güneş’i minnetle anıyorum.
Yakın tarihimizde savaşa sahne olan Kıbrıs toprakları tıpkı Çanakkale toprakları gibi şehit kokuyor.
Ankara ne kadar kutsalsa Lefkoşa’da o kadar kutsaldır bizim için. Gaziantep ne kadar kutsalsa Gazimağusa’da o kadar kutsal…
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ…
 
Fahrettin Çelik