Sosyal medyayla ilişkimiz sıkı fıkı bugünlerde. Kulağıma çalınanlardan bahsetmek istiyorum biraz. Kişi, yer, kitap adı vermeksizin ve sorgulamaksızın şöyle bir sıraya koyayım kendi cümlelerimi bağlayıcı kullanarak.

“Farkındalık, fark edişin sürmesi demektir. Sor bakalım kendine; her zaman, her yerde en güçlü ben olmak zorunda mıyım?” diye kendine Özlen kız. Farkındalık sürerlilik kavramını da içinde barındırıyor dikkatini çekerim.”

“Hayat seni bugüne gelirken mutlaka destekledi. Bu desteği fark et, yeniden destek isteyebilmek ve o desteği hissetmek için sıkıntı yaşamayı bırak.” diyorum ve son yaşadığın kayıpları da göz önünde bulundurarak dualarımda yer aldığını belirtmek istiyorum.

“Serendipçe nedir? Aramazken bulunan, mutlu tesadüftür. Benim dilimdeki karşılığı; vakti saati gelince, hakkımızda hayırlısı neyse o olsun.” demektir. Öyleyse sustuğum ve susturulduğum anlarda kapattığım ifademi açıyorum. Teşekkürler.

Yakınmalarımla kendimce kendimi koruma, kollama yöntemleri geliştirmişim. Hazır oldukça bunları fark ediyorum. İnşallah bunlar farkındalığa dönüşür ve ben tekrar tekrar aynı şeyleri yapıp kendimi sabote etmem.

Geçenlerde zihnimde benim için önemli ve önceliği olan bir ilişkide karşımdaki kişiye kendimi şu masalla savunur buldum. Önce masalı alalım bakalım:

“GÖL GİBİ OL

Mehmet Usta mahallede sakinliği ve yüzünden eksik olmayan gülümsemesiyle bilinen yaşlı bir bakır ustasıymış. Her sabah küçük dükkânının kepenklerini kaldırıp kapısını açtığında çalan küçük kapı çıngırağı onu selamlıyor gibi gelirmiş. Babasından kalan bu küçük, sıcak işyerini çok seviyormuş. Raflar bazıları yeni, bazıları babasının zamanlarından beri alıcılarını bekleyen tencereler, bakraçlar, tepsilerle doluymuş. Bu dükkânındaki sesler ve kokular Mehmet Usta’ya kendini evinde hissettirirmiş. Özenle ve incelikle işlediği kap kacağın alıcısı çokmuş. Mehmet Usta kaderine şükredermiş.

Kendi oğlu olmadığı için Mehmet Usta yanına aldığı çıraklara sanatını öğretirmiş. İşte böylece yıllar yılları kovalamış, bir gün Salih adında bir çırağı olmuş. Salih bu işi öğrenmeye gönüllü değilmiş ve sürekli şikâyet ediyormuş. Ustası hayatın her aşamasında yeni şartlara alışmanın zaman aldığını bildiğinden ona karşı sabırlı davranıyormuş. Ancak zaman geçtikçe Salih bu yeni hayata alışmak ve işi öğrenmek bir yana sürekli sızlanan, hoşnutsuz biri olup çıkmış: Kapının çıngarağı çok gürültülüymüş, taburesinin ayağı dengesizmiş, toz onu hapşırtıyormuş, başı kokular yüzünden dönüyor, çekiç sesi yüzünden ağrıyormuş.

Günlerden bir gün Salh bir yandan öğlen yemeğini bitirmeye çalışıyor bir yandan da kendi yemeğini, duyduğu kadarıyla mahalledeki diğer çırakların yedikleriyle kıyaslayıp şikâyet ediyormuş. Usta işinden başını kaldırmadan Salih’ e gidip küçük kese tuz almasını söylemiş.

Salih dükkândan çıkıp dolaşmak için bir bahane bulduğundan bu duruma pek sevinmiş.

Geri geldiğinde usta, tuz kesesinin yarısını bir bardak suyun içine boşaltmış, sonra bir kaşık alıp yavaşça suyu karıştırmış ve Salh’in itiraz etmesine fırsat bile vermeyen bir ses tonuyla ona bütün suyu içmesini söylemiş.

“ Nasıl geldi?” diye sormuş usta.

“Usta, nasıl gelsin? Yanıyorum, boğazımı ateş bastı. Neden bunu içmemi istedin ki?!”

Usta bir tek söz söylemeden paltosunu giymiş ve Salih’ i küçük bir gölün kenarına götürmüş. Tuz kesesinde kalan tuzu göle boşaltmış ve bardaktaki suya yaptığı gibi bir çubukla karıştırmış. Sonra gölden bir bardağa doldurduğu tuzlu suyu çırağına vermiş.

“ Nasıl geldi?” diye sormuş.

“ Çok ferahladım usta; bu su o kadar tatlı ki on bardak daha içerim...”

“Salih, hayat hepimize biraz tuz, çekecek biraz dert verir. Derdini seçemezsin ve herkesin başına dertler gelir. Ama seçebileceğin bir şey var. Sorunlarınla başa çıkarken bardak kadar dar veya göl kadar geniş olmayı seçebilirsin... Öğüdüm basit oğlum; göl gibi ol.”

Yıllardır okurum bu masalı mesajı hoşuma gittiği için. Fakat bu coronalı günlerde anladım göl olmak yerine nasıl göl aranıp durduğumu. Uzun süredir yakın ilişkilerden kaçarak çeşitli sosyal grupların içinde kendimi avuttuğumu fark etmiştim. Çünkü yakınmalarımla ne kendime ne de başkalarına zarar vermek istiyordum. Grup ne kadar büyük olursa göl misali o kadar dağılırdı imha gücü. Zarar görmezdi kimse. Fakat altında yatan direnci yeni fark ettim; yakınmaya devam edeceğim. Dediğim gibi bu bir fark ediş, farkındalığa dönüşür mü? Bakalım.

Ruhsal öğretilerde duyduğum bir klişeyi çağrıştırdı bana bu fark ediş; bilgi zehir de olabilir panzehir de. Klişe demem kendi gönlüme düşmediği için henüz. Anlayacağınız yakınmalarıma devam edeceğim. Fakat dediğim gibi zorunlu da olsa bu coronalı günlerde en azından göl peşinde koşmuyorum. Şükürler Olsun.