Yıl 1895. Yer; onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış olmasından ötürü tepeden tırnağa buram buram tarih kokan Mardin vilayeti.

Asırlarca yeryüzü yaşanmışlıklarına tanıklık eden bu tarihi kentte, bir süre ikamet eden asrın bedii Said Nursi hazretleri, burada İslam’ın gereklerini yerine getiriyor olmanın çabası içerisindedir.

Allah’ın kelamını yaygınlaştırıyor olması, birilerini rahatsız etmiş olmalı ki; dönemin il yetkililerine şekva edilir.

Had bilmezlerin şekvasına itibar edilerek, Bediüzzaman’a hayatının ilk kelepçesi Mardin’de vurulur.

Refakatine iki asker verilerek, başta Üveys el-Karani hazretleri olmak üzere, nice evliyanın metfun bulunmuş olduğu evliyalar diyarı Siirt’e sürgün gönderilir.

Tek amacı İslam’ı yaymak olan o büyük zat-ı muhterem, kendisine reva görülen muameleye itiraz etmez ve elleri kelepçeli olduğu şekilde düşer Siirt’in kıvrımlı, meşakatli  patika yollarına.

Şırnak ve Eruh’un göğe doğru yükselen amansız dağlarının eteğinden uzanan çetrefilli yollar hayli kat edildikten sonra ikindi vakti girer.        

Yanındaki askerlere dönerek; “Namazımı eda etmek istiyorum” der.

Askerler itiraz eder ve; “Sen bizim esirimizsin, sana namaz için müsaade edemeyiz, kelepçelerini çözemeyiz,” diyerek, teklifini ret ederler.

O büyük Zat diklenmeden, öfkeye kapılmadan, tekrar müsaade ister:

“Arkadaşlar, mutlaka namaz kılmam gerekiyor” der.

Askerler inadını sürdürür, isteğini kabul görmezler.

Bediüzzaman hazretleri yine öfkelenmeden, gayet sakin bir edayla işin halli için düşünür durur.

Akabinde huşu içinde bir besmele çeker ve iki elini bir arada tutan demir kelepçeyi yavaşça çözer, askerlerin eline tutuşturarak, şunu söyler:

“Namazımı eda edinceye kadar sizde kalsın, namazın hemen akabinde yine takarsınız ve yolumuza devam ederiz” der.

Askerler bu duruma şahit olunca bir an telaşlanır, şaşkınlık yaşar ve adeta kendilerinden geçerek, özür dilemek durumunda kalırlar.

Pişmanlıkla Bediüzzaman’a dönerek: “Namazınızı kılabilirsiniz” derler.

O büyük zat-ı muhterem, namazını eda ettikten sonra askerlere döner, kelepçenin takılmasını söyler.

Askerler, büyük bir mahcubiyetle bu isteğe karşı çıkarak, şunu ifade ederler:

“Bu saate kadar siz bizim esirimizdiniz, ama bu dakikadan itibaren biz sizin esiriniziz, bileğinize kelepçe takmayız.”

Bu teklifi kabul etmeyen Bediüzzaman:

“Siz görevinizi ifa etmekle yükümlüsünüz, takın kelepçeyi, menzilimize doğru gidelim” der.

Bedüzzaman’ın Mardin’den Siirt’e sürgün edilişiyle ilgili gerçekleşen o talihsiz sürece odaklanıp, tefekküre dalmanın yararlı olacağı kanaatindeyim.        
            Takdir edersiniz ki, hepimiz besmele çekiyoruz, her gün defaaten dua ve niyazda bulunuyoruz, lakin tefekküre daldığımızda, aradaki farkı rahatlıkla müşahede edebilmekteyiz.  

Unutmayalım ki besmele ve duamızın kabulü için önce her birimiz en az Bediüzzaman kadar inancımızı yaşayabilmeliyiz.

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

      Bilal KARADAĞ

[email protected]