Kayısı Irgatlığı -3-

Önce çocuklar Kayısı toplamaya gitmek istiyorlardı, şimdi de ben istiyordum. Nasıl olduysa, başka bir yere kayısı toplamak için ikna edilmiştim. Pastane sahibi yaptığı telefon görüşmelerinden sonra, adresi elime tutuşturdu. “İnşallah dediğiniz gibi, iyi bir yerdir, yoksa benden çekeceğiniz var” dedim.

Eve vardığımda, Elçi evimizde bekliyordu. İşi bıraktığımız için, gidişte ödenen yol parasını istiyordu bizden. Ben de “1,5 gün çalıştık, senin geri kalan parayı vermen gerekir, ya da çalışılan günlere saysın bir zahmet” diyerek, limoni de olsa evi terk etti. Çocuklara dönerek, “haydi, çocuklar yine Kayısı toplamaya gidiyoruz” deyince, hem şaşırdılar, hem mızmızlandılar. “Hani bir daha gitmeyecektik, ne oldu da ikna oldun?” dediler. “Vallahi bilmiyorum, bu defa da kendimiz Elçisiz gideceğiz, hem yol paramızı da verecekler, bakalım bu defa ne olacak!” diyerek, daha açılmamış yataklarımızla, doğruca Malatya köylü garajına gittik, Birkaç saat içerisinde, Malatya da yeni bir bahçenin içerisindeydik.

O gün akşam kadar çalışmadık, sadece bostan ve bahçeyi gezmekle geçirdik. Bahçe içerisine naylondan bir çadır kurmuştuk. Çocuklarla beraber, bu çadırda yatacaktık. Bahçe sahibinin evine yarım saatlik mesafedeydi. İyi yanı, köyün camisine yakın bir yerdeydik. Anlaşılan temiz su ve belki banyo, WC gibi ihtiyaçlarımızı burada giderebilirdik. Irgatlığa giden birçok aile, böylesi lavabo ve temiz su gibi imkânlardan çok yoksundu.

Sabah ezanıyla beraber kalkıp, evin önündeki bahçede kayısı toplamaya başladık. Ağaçlar çok büyüktü. Çıkmak, silkelemek hayli zordu, düşmeyenleri de elimizdeki uzun bir çubukla düşürmeye çalışıyorduk. Hem zor, hem tehlikeliydi. Her bahçenin kendine göre bir takım zorlukları, sıkıntıları ve tehlikeleri vardı. Biz beş kişi, bahçe sahibi, hanımı, oğlu ve kızı ile toplamda 9 kişi çalışıyorduk.

Çabuk ve durmadan çalışıyorduk. Sabah, öğlen derken, ancak birkaç ağaç tamamlamıştık. Yemeklerimiz biraz daha iyiydi. Ancak bu defa da bahçe sahibi çok doyumsuzdu, biraz da vicdansızlığını gözlemiştik. Sürekli “haydi haydi!” diyerek, hiç durmadan çalıştırıyordu bizleri. Hanımı ve çocukları, ondan çok korkuyorlardı. Belki bu defa ki bahçe sahibi, biraz daha “vicdan ve merhametli olur” diye düşünmüştük; ama güvendiğimiz dağlara karlar yağmıştı.

Bu sakallı, yaşlı, inatçı adama, ne isim takacağımı bilemiyordum. Akşam ezanından sonra, işi bırakıyorduk. Erkekler, kasalara koyulmuş kaysıları motora yükleyip, bahçe içerisindeki, çadırımıza yakın olan islim ( Kayısıların kükürtlendiği yere verilen isim) yerine getiriyorduk. Kuruyanları toplayıp, kasalara koyuyor ve islim denen yerde ki kükürtlenmişleri çıkarıyor, yere serilmiş naylonlar üzerine döküyor, güneşte kurumaya bırakıyorduk. O gün toplanmışları da kükürtlemek için, islim denen yere koyuyorduk. İşi bıraktığımızda, saat gece 10-11’leri buluyordu. Çadırımıza gittiğimizde, artık ayakta duracak halimiz, mecalimiz kalmıyordu, yatağımıza yığılıp kalıyorduk.

Evin önündeki bahçenin işini, birkaç gün içerisinde bitirmiştik. Sıra çadırımız, yere serilen kayısıların ve islimin bulunduğu büyük bahçeye gelmişti. Yemekler iyi olmasının devamını beklerken, her gün makarna, çorba ve pilava talim ediyorduk. Söylene söylene yemek yiyorduk, beklediğimiz bu değildi, ama ne yapalım! Yapacak bir şey yoktu, en azından önce ki gittiğimiz yerden biraz daha iyi diyerek, kendimizi avutuyorduk. Bir kaç gün içinde, o bahçenin de birinci toplama işini bitirmiştik.

.….Devam edecek.

Kerim BAYDAK

[email protected]