Gündemde en çok “adalet” olduğu için dünkü “Sanki biz çok adalet istiyoruz” başlıklı yazımda, adalet istemeyenlerin “adalet” diye haykırışını ve adalet istemesi gerekenlerin, “adalet varmış” gibi davranması üzerine birkaç kelam söz etmiştim.

Bugün de başka kavramlarımıza bakalım…

Ağızlarda sakız edilen ama hep tersi yapılan kavramlar…

Belki barış bunların en başında geliyor…

Hani İslam’ın eş anlamlısı olan barıştan bahsediyorum…

Adalet’i yazmıştım ama bir kez daha anmamak olmaz, adalet üzerine bina edilen bir dinin, ayaklarından bahsediyorum.

Hoşgörü de bunlardan birisi…

Vicdan da…

Merhamet de…

Aklınıza gelebilecek bütün güzellikleri sinesinde barındıran bir dinin “olmazsa olmazı” kabul edilen kavramlardan, değerlerden, insanlığı ayakta tutan güzelliklerden bahsediyorum.

Adaletten ayrı olarak “hak yememeyi” yani bir başkasının malına, ırzına, namusuna ve hakkına tecavüz etmemeyi de ayrı bir yere koymak gerekiyor.

Geçenlerde sosyal medyada iki resmi yan yana getirmişlerdi.

Bunlardan birisi bir cami tuvaletinde demirle duvara monte edilen musluktu, çalınmasın diyeydi…

İkincisi ise Kanada’da bozulan turnike için “metro giriş ücretini” öylesine bırakanlardı…

Hak yememek bizim olmazsa olmazımızdı ama biz kendimizden emin olmadığımız için musluğu, sadece montajını yapıp bırakmıyor, bir de duvara kelepçeliyduk, kaçmasın/kaçırılmasın diye…

Paralı tuvaletlerde görevli varsa parasını ödüyoruz ama görevli olmasa da, “gören olduğunu” en iyi biz biliyoruz.

Bütün farklılıklarıyla bir arada yaşama kültürü, bizim anlayışımızda var, genimizde var, geleneklerimizde var ama barışı biz değil, başkaları ağzına sakız ediyor, hem de hiç barıştan yana değillerken…

Çok basit konularda da aynı…

Bir hayvana su vermek, onu beslemek mesela…

Sanki “Müslüman” olan hayvan beslemez, ona bir kap su uzatmaz anlayışı yerleşmeye başladı. Hani eliyle hayvanları besleyen bir peygamberimiz(sav) var diye övünüyoruz…

İnsandan başka diğer canlıları koruyup, gözetenlerin içinde “bizim camia”yı mumla arasan bulman mümkün değil, bu iş “sosyetenin alanına” devredilmiş.

Bir makama geldiğimizde daha çok elimize alıp, başucumuza koymamız gereken vicdanı ve merhameti, cüzdana heba ediyoruz.

Bazen bu kadın oluyor, bazen para, bazen şan, bazen şöhret…

Ama hiçbirinde “inandığımız gibi yaşama” aklımıza gelmiyor.

Doğrudur çoğumuz namaz kılıyoruz…

Bazıları yüce kitabımızı da okuyor.

Yeri geliyor işyerinde hatimler indiriyoruz ama aynı anda gelen müşteriye “ayıplı”, “kusurlu” veya “fahiş fiyata” ürün satabiliyoruz. Belki vergi kaçırıyor, belki sahte belgelerle daha az vergi vermek için kırk takla atıyoruz.

Çokça cemaatimiz var, derneklerimiz, vakıflarımı.. hiç birisi, bir diğerini beğenmeyen oluşumlarımız, mezheplerimiz…

Yardımlaşmayı çok önemsiyoruz mesela…

Almayı çok iyi bilen ama vermeye hiç yanaşmayan teşkilatlarımız bu nedenle çokça var…

Hangi birisini anlatalım ki…

Bize ait, bizden olan, özümüzü yansıtan, inancımızı ortaya koyan bütün kavramlar, bütün kibarlıklar, bütün insanlık belirtilerini tek tek başkalarına kaptırıyor ve onlar da bunun siyasetini yaparak kazanıyor.

Bazıları gerçekten bu kavramları özümsüyor, dini olup olmamasına bakmadan.

Bazıları, boş bulduğu kavrama sarılıyor, hatta yola çıkıp yürüyene bile rastlıyorsunuz.

Oysa onlar bizim kavramlarımız.

Belki insan olan herkesin kavramı ama bizim olmazsa olmazlarımız.

Doğrudur, çoğumuz namaz kılıyoruz, kutsal kitabımızı da okuyoruz. Sonra ne bileyim, orucumuzu tutuyoruz, Hac’ca gidiyoruz, kurban kesiyoruz.

Kelime-i Şehadet de getiriyoruz, bolca…

Domuz eti yemiyor, çoğunlukla içki de içmiyoruz…

Ama ahlakı farklı algılıyoruz; sadece “namus” söz konusu olduğunda ahlak aklımıza geliyor ama beşeri münasebetlerin tamamının “ahlak” üzerine bina eden bir dine mensup olduğumuzu unutuyoruz.

Genelleme yaptığım için kızan olmasın, önce aynaya, sonra toplumumuza ve sonra da “İslam” ülkelerine baksın, yeterli…

Tweetimden Seçmeler

Bir makam sahibi olana mana katmak bize has mıdır bilmiyorum. O makama sen de, başkası da gelebilirdi. Mana, makama değer katanda aranmalı.