Leyla’ya sırılsıklam âşıktı Yusuf. Keza Leyla’da deliler gibi seviyordu Yusuf’u.

Lakin birbirini seviyor olmalarına rağmen, bir araya gelemiyorlardı. Çünkü köy yerinde birileri görecek olursa, töre gereği aile meclisi tarafından infaz edileceklerini çok iyi biliyorlardı.   

                Köylerine henüz teknoloji uğramadığı için, iki aşığın telefonla karşılıklı sevgi sözcükleri telaffuz etmeleri de olanaksızdı.

Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin misali kara sevdaya düçar olan âşıklar; uzaktan uzağa ancak bakışırlardı.   

Leyla, her gün eve su taşımak amacıyla eline bakraç (sitil) alır, köy meydanındaki umumi çeşmeye gider, Yusuf ise aşığının yolunu gözler ve bu vesileyle patika yolda göz ucuyla yüceltirlerdi aşka dair amansız sevgilerini.

İkisi arasında yaşanan ilk elektrikleme de uzaktan uzağa göz göze gelmekle başlamıştı. Öyle de devam ederdi zaten.

Bu şekilde günlerce, hatta aylarca sürerdi iki aşığın tanışma, kaynaşma ve görüşme süreci.

                Âşıkların uzaktan bakışma noktası çeşmeye uzanan yol olduğu için, Leyla, çeşmeye gitme bahanesiyle evdeki suyu olabildiğince bol kullanırdı.   

                Gün geçtikçe amansızlaşan kara sevda, ikisinin yüreğinde yanardağ misali volkanlara dönüşür.

                Çok geçmeden iştahtan kesilir, günden güne dirhem dirhem erir, en nihayetinde mecalsiz kalırlar.

                Uzaktan sevmeye son vermenin, bir araya gelmenin, yan yana diz dize oturmanın, göz göze bakışmanın zamanı gelmiştir artık:

Yusuf, Leyla’sına aşkını aleni ilan etmek için, bir kâğıt parçasına; “yarın akşam saat dokuzda köyün girişindeki çınar ağacının altında buluşalım” şeklinde bir cümle yazar ve küçük bir naylon parçasına sarar.

Akabinde çeşmeden suyunu alıp eve doğru ufak adımlarla yol alan

Leyla’sının sağ yanından jet hızıyla geçer ve de elindeki notu bakracın içine bırakıverir.

Uzun zamandan beri aşığından böyle bir kıvılcım bekleyen Leyla ise, oracıkta duraksar, heyecanlı bakışlarla hece hece okur aşığının notunu.

Randevu saatinin gelmesini sabırsızlıkla bekler, gümbür gümbür atar devasa kalbi. Sevinçten kanatlanırcasına havalara uçacakmış gibi tarifsiz bir halet-i ruhiyeye gark olur.

Aynı şekilde sabırsızlaşan Yusuf da randevu saatini bekleyemez, tam bir saat önce varır çınar ağacının bulunduğu alana.

Tabiatın yeniden dirildiği, yemyeşil meraların oluştuğu, tarlaların çiçeklerle gelincik cennetine büründüğü, kuşların cıvıl cıvıl ötüştüğü İlkbahar mevsiminin müstesna bir akşamında Leyla’sına içini dökmek, aşkını ilan etmek için bekleyen Yusuf ‘un bir gözü kolundaki saatte, diğer gözü Leyla’sının yolunu gözlemektedir.

Aman Allah’ım! Bu ne kasvet? Randevu saatine tam 15 dakika kalmışken, korkutucu bir gökyüzü gürültüsüyle Yusuf’un ödü patlar! İçine derin bir ürperti yansır!

Zifiri karanlıklar bir anda aydınlığa dönüşür. Ardından gökyüzü yırtılırcasına yeryüzüne yağmur iner.

Yusuf, çaresizce çınar ağacının köküne sarılır sarılmasına, lakin bir yandan da dört gözle beklediği Leyla’sını yaşananlardan etkilenir düşüncesiyle gelmemesi için semaya doğru avuç açar, yüce Mevla’ya dua ve niyazda bulunur.

Ancak saat dokuzun eşiğine gelince, onca gök gürültüsü ve yağmura rağmen Leyla’nın Yusuf’a doğru koşar adımlarla geldiği biraz öteden belirir.

Çok geçmeden iki aşığın kavuştukları bir anda, yeni bir gürültüyle birlikte gökyüzü ateş parçasına dönüşür!  

O an âşıklar için tam anlamıyla bir kâbus olur!

Çünkü Leyla’nın kucağındaki Yusuf, kömür parçasına dönüşmüştü adeta!

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

                                                                    Bilal KARADAĞ

[email protected]