Adam bir araba almış, yağını koymamış, suyunu koymamış, benzinini de koymamış, frenlerini de ayarlamamış ama yola çıkmaya niyet etmiş, hiç olur mu aziz cemaat?

Sattığınız malı tam ölçecek, eksik tartmayacaksınız. Adam tutmuş kirlileri bozukları alta serpiştirmiş, bu olur mu?

O kadar masraf etmiş işyeri açmış, o kadar insan çalıştırıyor o kadar emek veriyor ama helal kazancına haram katıyor, alışveriş adı altında tefecilik yapıyor, bu olmaz…

En güzel meyveyi, en güzel sebzeyi üste dizmiş, o kadar düzenli yapmış ki, kardeşim bari bunun altını da güzel dizeydin, çürüklerle doldurmayaydın, içimiz de tıpkı böyle. Dışımız hoş, içimiz boş ve çürük olmasın aziz cemaat!

***

Genellikle aynı camide namaz kılıyor aynı camide vaaz ve hutbe dinliyorsanız farklılıkları fark etmeniz pek mümkün olmaz ama gezmeyi seven birisiyseniz, her Cuma farklı camiye denk gelir ve o camideki “vaaz” ve “hutbe” farkına da dikkat kesilirsiniz.

İstanbul’a ilk geldiğimde fark etmiştim bunu.

İstanbul devasa bir kent, koca bir metropol. Ama aynı zamanda Anadolu’nun harmanlanarak vücut bulmuş halidir. Belki koca Anadolu’nun minyatürden de öte bir şekilde yaşandığını burada görebilirsiniz. Hatta daha da ileriye giderek, Anadolu’nun herhangi bir kentinde yaşayan insanlarımızın her gün farkına varmadan yaptıkları rutin şeyler, burada vazgeçilmez bir “gelenek” veya bir “kültür” şekline dönüşebiliyor. Bunda elbette sıla özlemi de var ama bir de “geleneklerinden kopmama” gibi bir ısrarı yaşam biçimine dönüştürenler de var.

İstanbul büyük bir kent olunca, semtler arasında farklılık da kendisini gösterir. Bu farklılıkları camilerde de görmek mümkündür. Bunu camimin mimarisi veya konumu açısından söylemiyorum, vaazlarının konusu açısından söylemek istiyorum.

Eğer dikkatinizden kaçmazsa, imamlarımızın “semtine” ve “işkoluna” göre şekillenen cemaatin “nabzına göre şerbet” verdiğini de fark edersiniz.

Fırsat buldukça o cami benim, bu cami de benim diye dolaşan “gezgin” cemaattenseniz, farklı yerde farklı vaazlara denk gelebilirsiniz.

Bir süre sonra da, cemaatle sohbet eden vaizin, o yörenin insanının “anlayışına” uygun şekilde konuştuğunun farkına varırsınız. Öyle ki 2 saati aşkın konuşma boyunca verdiği her örnek, cemaatin aşina olduğu ve her gün yüzleştiği örnek oluyor. Bir tane bile şaşma yok. Bu da gösteriyor ki imam veya vaaz veren vaiz efendi, sadece bir konuyu anlatmıyor, aynı zamanda o yöreyi yaşıyor, orada yaşayan inanların ne düşündüğünü, nelerden hoşlandığını, nelerden nefret ettiğini de çok iyi biliyor. Hatta nasıl kazandığının, nasıl geçindiğinin de farkında.

Konu ne olursa olsun, verilen her örnek, cemaatin mesleğiyle alakalı veya o yöredeki yaşam şekliyle direkt veya dolaylı ilgili oluyor.

Diyelim bir manifaturacı çarşısında Cuma namazına denk geldiniz. En yakın cami, çarşıya yakın camidir ve o camiye gidenler de çarşı esnafıdır.

İmamın örneği hep ölçme-biçme ve alışverişle alakalı olur.

Diyelim otomotiv sektörünün yoğun olduğu bir semtte cumaya gideceksiniz. En yakın cami, yine oranın esnafının gittiği cami olacaktır. O zaman örnekler otomotiv sektörüyle alakalı olur, hatta araç kullanmayla, tamiriyle…

Siz hiç beşinci vitesle rampa tırmanır mısınız, yok. Vites küçültmeniz gerekir. Öyleyse bu konu imamın örnekleri arasında yerini alır ve taşı tam gediğine koyacağı zaman, cemaatin aşina olduğu bu örneği verir.

Yağ olmadan araç çalışmaz, yakıt olmadan da çalışmaz. Zamanında bakım yapmadığınızda araç sizi yarı yolda bırakır.

İnsanın da bakıma ihtiyacı var. O nedenle hastaneye yakın yerde daha çok sağlıkla ilgili örnekleri duyma şansını yakalarsınız.

Toptancılar Pazarı veya Sebze Hal’ine yakın yerlerdeki örnekler, tekstil atölyelerinin yoğunlukta olduğu camideki örnekler, alışverişle ilgili olan hangi sektör olursa olsun “doğru tartma, doğru ölçme ve aldatmama” üzerine örnekler çoğunlukta olur. Bu örnekler de, o mesleğin günlük meşgalesi içerisinde alışılagelenlerdir.

Buna semt ve o semtteki yaşam farklılıkları da ekleniyor. Kadıköy’deki bir camiyle Fatih’teki bir camideki vaaz aynı olmuyor. Bağcılar’la, Beşiktaş’taki camide verilen vaaz da farklı oluyor. Sultangazi’deki bir cami ile Bakırköy’deki bir camide örneklere rastlamanız pekâlâ mümkündür.

Sahile yakın ve turist akışının yoğun olduğu yerde “harama bakmama” konusu belki çok daha fazla örnekler arasında kendisine yer bulabiliyor ve cemaatlerin yoğun olduğu yerde de “taassubun” zararları da örnekler arasında kendisine çokça yer bulur.

Bu, aslında imamlarımızın zekâsını da ortaya koyması açısından dikkate değerdir. Vaizler sadece konuşmuyor, aynı zamanda hangi sektöre nasıl konuşacağını, hangi cemaate ne anlatacağını, hangi nabza, hangi şerbeti vereceğini de çok iyi biliyor demektir. Bu düşünceden hareketle vaizlerin toplumu tıpkı bir sosyolog gibi, bir psikolog gibi inceledikleri fikri de ağır basar.

Sonuç var mı, o tartışılır ama kuşkusuz koca bir cemaatte bir tek kişi bile doğru mesajı doğru şekilde alırsa yeterlidir.

Düşünebiliyor musunuz, bütün siyasiler de aynı camiye gitse…