Taşra'dan yoksul insanları taşıyan otobüs, şehre girdiğinde Güneşin ilk ışıkları iki kıtalı kente yeni doğuyordu daha. Kafasını yasladığı kocasının omzundan kaldırıp, Büyük bir aşk,ve bir çocuk heyecanıyla süzdü deniz kenarına dizilmiş yalıları. Köprünün altında, bir kuğu gibi süzülüp giden devasa tankerlere "vay be" dercesine Dudaklarını büzdü. En çok ta, Avrupa yakasında ki, başı bulutlara değen, gökdelenlere şaşırdı. Yarı uykulu yüzüne bir gülümseme yayıldı genç kadının. Hayatında ilk defa çıplak gözle gördüğü İstanbul, Televizyonda ki, Dizi filmlerde seyrettiği kadar güzeldi. Otobüsten inince, Boğaza nazır bir ev'de, İyi yürekli,yakışıklı beyler, Bakımlı kültürlü hanımefendilere komşu olacağını sanıyordu En azından bu yolculuğa çıkarken,Öyle hayal etmişti, Ve Otobüsle birlikte, her şey hayal ettiği gibi gidiyordu. Şehir içinde trafiğe takılan otobüs nihayet saatler sonra garaja gelebildi. İkinci yolculuğu, eşyalarını yüklediği hantal bir kamyonetle devam etti bir süre. Sonra varoşlarda, renkli boyaları griye dönmüş, kâgir bir binanın önünde Son buldu yolculuğu. Boğaz'da denizi gören bir ev hayal ederken, Güneş bile görmeyen yarım bodrum daire'ye eşyaları taşırken, Az önceki hafif gülümsemenin yerini emrivaki ağır bir keder Aldı. Köy'deki kızlara talip olan erkeklere, çoğu kızların ilk şartı; " İstanbul'da yaşarsak seninle evlenirim" dayatması modaydı. O’da. onu seven adam'a; " Beni İstanbul'a götürürsen, seninle evlenirim" şartını isteklerinin en başına koymuş, Ve bunda muvaffak olmuştu. Daha İstanbul'un ilk günü'nde, iyi mi ettim kötü mü İkilemi arasında sıkışıp kalmıştı Bakkal'a fırına giderken, çevresini gözlemledi. Bütün komşular kötü olmasa da, karşı apartmandaki asabi Satılmış bey Ve "Vırvırı" bir memlekette kâfi gelecek kapı komşusu Neriman'ı gördükçe endişesi ikiye katlandı. Bir kaç gün sonra kocası konfeksiyon’da bulduğu işe başladı Koca bir şehirde ilk defa tek başına yeni bir güne başlayacaktı. Evin içinde, ürkek bir yaban serçesi gibi dolandı durdu Mutfağa gitti, pencereyi açtı. Dışarıya baktı. Yarım bodrum daire penceresinden, Ne denizi görebildi, Ne gökyüzünü, Ne de İstanbul’u... Radyoyu açtı. Hüzünlü bir türkü çalıyordu. "İşte gidiyorum, çeşm-i siyahım" Açtığı pencereyi tekrar kapatıp, bir kanepe'ye oturdu. Daha önce hiç ağlamadığı kadar, hıçkıra hıçkıra ağladı... Gözyaşları önce beyaz leçeğe, leçekten çiçekli köy fistanına aktı. Pencere gibi, açtığı radyo'yu da kapattı Ve gün boyu durmadan ağlamaya Devam etti. Ta ki akşam yarım bodrum dairenin zili çalınana kadar.

Cumali Balıkçıoğlu.