Irkçılık üzerine çok kafa yoran, çok kalem oynatan birisiyim ama aslında bugüne dek ırkçılığın bilinçaltında yatan iki esas nedeninin yeterince irdelendiğini düşünmüyorum. Peki nedir ırkçılığın iki esas nedeni.

Birincisini herkes biliyor aslında; benim gibi değilsin…

Irkçılığı, salt bir ırk veya kimlik olarak düşünmek yanlış elbet…

Irkçılık, hayatın her alanında kendini gösteren bir ayrımcılıktır.

Bu bazen ırk olur, bazen bölge, bazen kimlik, bazen mezhep, bazen din, bazen renk veya bazen de dil.

Bazen bir kıyafet olur, bazen farklı tercihler.

Hatta cinsel tercihlerin temelinde yatan karşı çıkış da, ırkçılıkla ilintilendirilebilinir.

Irkçılığın temelinde yatan ilk nedenin “benim gibi değilsin” olduğunu yazının başında söyledim.

Çünkü bunu diyen, en iyinin kendisi olduğuna inanıyor.

Kendisi gibi olanlar, kendisi gibi düşünenler ve kendisi gibi yaşayanlar mutlak üstün olanlardır.

Kendisi üstün olduğu için ırkı da üstündür. Bunu pek itiraf etmezlerse de, farklı bir ırkta doğsaydı, onu da üstün tutacaktı, buna kuşku yok.

Dünyanın en iyisi, en temizi, en arısı ve en üstünü kendisi olduğundan, doğal olarak sahip olduğu kimlik de bütün övgüleri hak etmeli.

Herkes onun gibi olmalı, değilse zaten ikinci sınıf vatandaş muamelesi bile görmemeli.

Zenci-Beyaz ayrımının temelinde bu var.

Sadece bir farkla ki, ırkçılığı baskın olanlar yapar. Yani kendisini oranın sahibi sananlar…

Bir diğeri, baskın olana dek, “ezilen” sınıfındadır. Eğer onun da bilinçaltında ırkçılık varsa, baskın olduğunda, hükmetmeye başladığında, çoğunluğu sağladığında ırkçılığı kaçınılmaz hale gelecek, gün yüzüne çıkacak ve daha belirginleşecektir.

Amerika’da köleliğin hüküm sürdüğü uzun yıllar boyunca çoğunluk zenci olsaydı, derin acılar baş gösterir miydi bilinmez ama olsaydı, bu defa köle olan beyazlar olacaktı.

Benim gibi olacaksın/olmalısın anlayışı, “eğer değilsen o zaman bana hizmet eden olmalısın” anlayışını da beraberinde getiriyor.

Çünkü hükmeden, çoğunluktur, hükmedilen de azınlık…

Hükmeden güçlüdür, hükmeden zayıf…

Hükmeden zengindir, hükmedilen yoksul…

Burada kanunlar, yasalar değil, yerleşik kurallar devreye girer ve yerleşik kural da, insanların bilinçaltında sakladıkları o üstünlük hastalığıdır.

***

Irkçılığın temelinde yatan iki esas nedenden bir diğeri de, “Benim gibi olacaksın”dır…

Zaten benim gibi değilsin, ayrımı hak ediyorsun.

O zaman senle anlaşmak için benim gibi olmalısın, ırkçılıktaki baskının, terörün, kavganın, tartışmanın altında yatan esas nedendir.

Bunu bir ırk olarak almadığınız zaman, çok daha iyi anlayabilirsiniz.

Mesela aynı yaşta kızlar okula gider.

Kimi etek giyinmiştir, kimi pantolon.

Kimi kot giyinmiştir, kimi tayt.

Birinin üzerinde buluz vardır, birinin gömlek, diğerinin takım.

Birinin elbisesi kırmızı ağırlıklıdır, birisi mavi, diğeri siyah, diğeri sarı…

Bütün bunlar, bir ayrımcılık konusu yapılmaz. Çünkü bugün pantolon giyinen, yarın etek giyinebilir. Bugün tayt giyinen, yarın kot pantolonu tercih edebilir.

Bugün kırmızı ağırlıklı bir giyim tarzı seçen hanım kızımız, yarın mavi ağırlıklı bir giyim tarzını kendisine yakıştırabilir.

Ama başörtüsü böyle değil…

Kadınlar başına şapka da taksa, fular da bağlasa, rengârenk taçlar da taksa, bunların “çıkarılabilir” bir şey olduğunu bilir ama başörtüsü öyle değil.

Aynı okula giden, aynı eğitimi gören ve aynı kurallarla okulunu bitirenlerden başı açık olanın birinci olması hiçbir zaman sorun olmadı.

Hatta bir şiir yarışmasında, başı açık olanın ödül alması da hiç sorun çıkarmadı.

Ne zamanki okulu birincilikle bitiren başörtülü bir kız veya şiir yarışmasını birincilikle bitiren başörtülü bir kız çocuğu ortaya çıktı, işte o zaman ırkçılığın bilinçaltında yatan o iğrenç yönü ortaya çıktı.

Hiç kimsenin eteğini, bluzunu, pantolonunu, takımını çekip almayanlar, birincilik kürsüsündeki başörtülü kızın başörtüsünü çekti, ağzını kapattı ve darp etiler.

Çünkü o kız, “ben sizin gibi değilim” diyordu, başındaki örtüyle.

Elbette o kızın öyle bir ifadesi yoktu ama onların böyle algılaması, ırkçılıklarının en önemli göstergesiydi.

Bir siyahın da böyle bir ifadesi olmaz; siz de derinizin rengini siyaha boyayın, diyen çıkmaz.

Belki siyahlar baskın olsaydı, siyahların baskın olduğu yerde bir beyaz yaşamak zorunda kalsaydı, onlar da aynı düşünce yapısına bürünecek veya çoğunluğu sağladıkları ilk anda, aynısını bir başka renkteki insana reva göreceklerdi.

Bütün kadınlar başörtülü olsaydı, başı açık bir kadın için belki de aynısı yapılacaktı.

Bunu hayatın her alanında ve her türlü farklılık için düşünebilirsiniz. Önemli olan hükmedecek bir durumdayken, yani çoğunluktayken ve güç elinizdeyken, başkalarını size benzetmeye çalışmamaktır.

Buna siyasi tercihleri de eklediğinizde, temelde ne kadar ırkçı bir toplum olduğumuz çok daha iyi anlaşılacak.

Irkçılığın temelinde bu iki hastalık var, insanlığın temelinde ise bu iki hastalıktan kurtulmak…

 

Tweetimden seçmeler

Büyük balıklar, küçük balıkları yiyiyorsa, balıklarının renginin hiçbir önemi olmaz. (Muhteşem Münazaracılar filminden)