Bir sabah gömüldüğümüz tatlı ve kaygısız uykularımızdan uyanabilecek miyiz acaba?Durmadan sorguladığımız cepheden değil de başka bir cepheden de bakabilmeyi becerebilecek miyiz?

     Ercan Kesal okuyorum, onun Peri Gazozu adlı kitabını. Sonra ne mi oluyor? Aslında sonra da değil okuduğum her öyküde dönüp dönüp okuyasım geliyor yeniden. Her hikayede acıyorum, kanıyorum yüreğimin en derininden. Onarılmaz yaralar açılıyor hislerime. 

     Gelenek, onur, şeref, para, yokluk, cahillik, kimsesizlik, fukaralık, bencillik, namus.... gibi altını neyle dolduracağımızı artık kestiremediğim bir çok kelime. Hangi kırmızı kalemle işaretlesem de farkındalık uyandırsam dediğim gerçek ama bir o kadar da içinde değilmiş gibi ya da olmamak için kaçındığımız gerçekliklerimiz. Aptalca birçok kelimeye kurban edilen hayatlar. 

     Didem Madak'ın Ah'lar Ağacı şiiri geliyor aklıma. "Güçlü bir el silkeledi beni sonra

Sanırım tanrının eliydi, 

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan

Çok şey geçmiş gibi başımdan

Ah dedim sonra, 

Ah! 

İç ses, diye söylendim

Gel! 

Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla."

Bir insan bu şiiri yazmak için kaç acı çeker? Kaç kez acır yüreği, kaç kez kanar. Sonra çektiği ahlardan nasıl derin derin apansız ölür.

     Ölür tabi insan. Hissediyorsa, şahit oluyorsa, duyuyorsa, okuyorsa,... altını beyincikleriyle dolduramayacak kelimelerin bilince sahip insanların, sorgulama yeteneğinden bihaber kurban ettiği canların acısını hissediyorsa nasıl ölmesin. Kadınlar, çocuklar, insanlar,hayvanlar veya bitkiler bir yerlerde haksız sonlara mecbur bırakılıyorsa ve siz de bunu biliyorsanız ve insansanız ve de hissedebiliyorsanız, tabi ki ölürsünüz kalbinizin tam ortasından.

Instagram :nazantastan1