Dünyada en kolay yapılan iş, birilerine akıl vermektir, yol göstermektir. Dünya kurtarmalı en güzel kritikleri yapanlar, kar-zarar grafiği çıkaranlar, ne yazık ki iş uygulamaya gelince, ardına bakmadan tüyerler.

Her türlü kötü sözden imtina ettiklerini söylerler, ama aslında en çirkin sözleri sarf ettiklerinin farkına varmazlar/varamazlar.

Konuşurken mangalda kül bırakmayan zat-ı muhteremler, ne hikmetse, aslında her şeyden bihaber olduklarını asla düşünmezler. Düşünemezler, kendilerini öyle şartlandırmışlar ve öyle inanmışlardır.

Her türlü çirkin saldırılarda bulunurken, aslında en çirkefi kendileri ve en büyük çirkinliği kendileri yaptıklarının hesabını yapmazlar.

Karşısındakini alaşağı ettiklerini, nefislerini tatmin ettiklerini düşünerek, şeytanla işbirliği yaparak, bıyık altından kıs kıs gülerler. Gülerler de nereye kadar…

Kendinden başka kimseye özgür düşünme hakkı vermeyip, az da olsa onlarında haklı olabileceğini düşünmeyerek/düşünemeyerek, ya da öyle hesaplarına geldiğinden; her türlü çamuru atmaktan geri kalmazlar. “Çamur atayım da yapışmazsa da izi kalır” mantığıyla, çok zavallı ve aciz duruma düşerler.

Karşısındakiyle konuşurken,  dünyayı kendileri yaratmışçasına havalara bürünerek, ne idüğü belirsiz bir takım sıfatlar takınırlar. Rakip olarak gördüğünü, lâf ebeliği yaparak, zor durumlara düşürdüğünde şeytanî bir haz ve havayla, heva ve heveslerine yenilip, mağrurlanarak, kasılarak insan olduklarını bir an için unutuverirler. Kimse bir an sonrası için ne durumda olacağını ve ne duruma düşeceğini idrak edemeyerek, her şeyi o andan ibaret görerek, büyük bir acziyetin, mantıksızlığın ve ahmaklığın içerisine düşerler.

Delalet içerisinde olması gerekirken, dalalet mekanizmasının dişlileri arasında sıkışarak çırpınmaya çalışırlar; ancak çırpındıkça daha çok, daha da beter duruma düşmekte olduklarından bihaberdirler.

Her soruya ve söze verilecek cevapları varken, insanlıktan, adab-ı muaşeretten, meşveretten,  yetişme tarzından, inancından ve ahlâkî meziyetlerinden kaynaklanan bir ağırbaşlılıkla, efendi tavır takınarak, sadece gülümsemekle yetinenlere, içten içe kudurarak, yanardağlar gibi dışarıya çıkması gereken lavlar, kendi içinde depreşince içten içe eriyip yok olmaktadırlar.

Bir merhaba demekten aciz olan insanların, verdiği her selamın arkasında bir menfaat beklentisi içinde olarak, gerekli ilgi ve alakayı görmediklerinde, her türlü söz ve eylemi yapmaktan geri kalmayanlar ne yazık ki var. İkaz edildiklerinde bile; burunlarından soluyarak, deli danalar gibi mevcut ne varsa yakıp yıkmakta, mevcut mutsuzluklarını ve huzursuzluklarını, içlerindeki nefretlerini kusmaktan geri kalmayarak, en alasından yapmaya çalışıyorlar.

Yapılan birçok eylemde ve söylenen sözde, ekâbirlik havalarına bürünmüş olduklarından, hep kendilerinden icazet alınsın düşüncesinde olduklarından, kale alınmadıklarını, pas geçildiğini, bir adım ileride olabileceklerini düşündüklerinden, durumu kabullenmeyerek, içlerine sindirmeyerek/sindiremeyerek, her yer, zemin ve ortamda, hoş ve şık olmayan nahoş söylemler etmeyi bir maharet sanıyorlar.

“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar!” bilesiniz.

“Her yapılanın, yanına kar kalmaz!”

Gün gelir yapılanlar, insanın karşısına dağ gibi dikiliverir. İstesen de, istemesen de, çalışıp çabalasan da, geçebilmen, aşabilmen mümkün değildir.

Tükürülen her damla, büyüyerek bir tokat gibi gerisin geri yüzünüze yapışacaktır, bilesiniz.

Herkesin burnunun dibinde, çevresinde bu zevatlardan çokça vardır, bilesiniz. Kendinizi ne kadar soyutlamaya çalışsanız da,  irtibatı keserek uzaklaşmaya çalışsanız da kurtulamazsınız. “Dağ dağa kavuşmaz; ama insan insana kavuşur!”  misalinden, mademki toplumda iç içe yaşıyoruz, yaşamak zorunda kalıyoruz, muhakkak bir gün karşılaşıp, yüz yüze gelecek ve bir “merhaba” diyeceğiz.

İleride pişmanlık duymak istemiyorsak, ileride yüzümüz kızarsın istemiyorsak, ileride karşılaştığımızda, yere bakmak zorunda kalıp, yerin dibine batmak istemiyorsak; insan gibi insan olmaya, etik davranmaya, hak, hukuk, adalet, hakkaniyet kural ve kaideleri içerisinde hareket etmeye azamî gayret ve çaba gösterelim.

Herkes kendince bir pay çıkaracaktır, çıkarmalıdır da…

Kimin neye talip olduğu, kimin payına ne düştüğünü,  yazıdan sonra içsel bir sorgulamada vicdanıyla baş başa kaldığında eminim ki herkes farkına varacaktır.

Malum insanız. İnsana da bunlar, insaniyet dışı şeyler yakışmaz. Bugün bize, yarın size. Çünkü gün gelir devran döner. Ne olursa osun kimliğimizi hatırlayarak, şahsiyetimizi kaybetmemeliyiz.

Ha!!!... İnsan değilim/değiliz diyorsanız, o başka tabi.

Kerim BAYDAK

[email protected]