Kocasını kaybetmiş ve aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmen acı çeken bir arkadaşa, bir başka arkadaş şöyle demiş; “ Neden kaçmaya çalışıyorsun? Bırak çok özlediğinde o başının üstündeki sandığı al, aç. Anılarına dal, acını sonuna kadar yaşa. Sonra kaldırıp koy yine başucuna. Tüm değerlilerimiz için öyle yapmıyor muyuz?”

Kayıp karşısında önerilen bu metafor çok hoşuma gitmişti, başıma geleceklerden habersiz. Şimdilerde kendime bunu çok hatırlatıyorum. Yapmak istiyorum.İnce bir sızıya dönüşsün istiyorum acım. Bu kadar yoğun içinde olmak nefes aldırmıyor.Hatta zamanla mümkünse, yaşamı kutsama ritüellerine dönüşsün acım, sızı benim içinde akacağına, birlikte biz yaşamın içinde akalım. Çok soyut kalıyor bugün yazarken.Amacım acımı küçümsemek değil, katabilirsem ona anlam ve amaç katabilmek.

Benim sorunum da bu; ne kadar çok yazar okursam  her şey o kadar çabuk çözüme ulaşacakmış gibi geliyor. Çünkü bildiğim tek yöntem bu. Ona inanmışım.Adı üstünde işte, inanç.Hayatın içinde olduğuma göre de işe yarar bir tarafı var sanırım.

İnsanlar bazen, daha büyük kitleleri ilgilendiren toplumsal kayıpları işaret ederek beni teselli etmeye çalışıyorlar. Bazen öyle anlarda acımın küçümsendiğini düşünüyorum,canım yanıyor. Bazen de utanç ve suçluluk yaşıyorum ben acımı yok sayarak. Korku çöktüğü zaman ise, “ Deli Dumrul” geliyor aklıma. Azrail’ in  böğrüne çöktüğü o an ne açık seçik tasvir edilmiştir öyküde. Soğuk ter basıyor vücudumu öyle anlarda. İşte böyle  çıkıp  gidiyor yaşama dair her şeyle ilişkim.

Yaşamı  bu son zamanlarda tıpkı kedilerin gözlerinde gördüğüm gibi yaşamak istiyorum. Yani gözlerimi iri iri açarak, merakla yaşamı seyretmek istiyorum. Kolaylıkla ve sevgiyle olsun.