Yol boyunca düşündüm durdum. Neydi şimdi çocukluğunun geçtiği yere böyle apar topar seni getiren? Neyi bulacağını sanıyorsun? Bunların üstünden kaç kere geçildi. Her şey üzerinde oturduğun sandıkta, hazinen orada saklı. O halde neyin peşindesin?

Soruların ardı arkası kesilmiyordu zihnimde. Hâlbuki az çok kendimce tespitler yapılmıştı. Bunca çekilen acılar ne yazık ki uzun ve sağlıklı bir ilişki yaşamama yetmemişti. Hani bir yaklaşıma göre o ilk kök travmaya temas edince iyileşiyormuş ya o alanda olan rahatsızlıklar. İşte öyle bir beklenti benimkisi de sanırım.

Yine bir görüşe göre; hani annenin elinden alıp babayı, ödipal döneme ait o tatmin duygusu muydu evli erkeklere çekilişim. Psikolojik açılımların okunduğu dergi ve kitaplarda ondan bahsediliyordu ya, imkânsız aşkım babam mıydı bu eylemlerimin altında yatan.

 Neyse ki genelde her şeyi, iki kere deneyimlemek gibi olan desenim bu çekimi ilk ve son olmak üzere bir kere deneyimledi. Çünkü çok canımın yanması yanı sıra çok da korktum. İlişkide olduğum bu zatın yalanını yakaladığım gece, karısından ayrı yaşadığı ve boşanma aşamasında olduğu da bir yalan olabilir kuşkusu zihnime düştüğünde çıldıracaktım. Aynalar konuşmaya başladı, dağın başındaki evin, odanın içine sanki dışarıda kalabalık insan toplulukları varmış gibi sesler doldu. Aman Allah’ım, akıl sağlığının pamuk ipliğine bağlı olduğuna tanıklık ettiğim bir geceydi. Zaten görüştüğümüz son gece oldu.

Şükürler olsun geldim Aycan’ın dükkânının önüne. Çünkü zihnimin başka türlü susacağı yok.Uzun yıllar sonra ilk defa görüşeceğiz kendisiyle. Kendileri çocukluk arkadaşım olur. O, buradan hiç ayrılmadı. Kucaklaştık sıcacık. Dükkânda rahat konuşamayız diye beni cafeye götürdü. Buz gibi limonatalarımızı yudumlarken sohbet koyulaştı da koyulaştı. Çocukluk anıları, mahalle arkadaşları derken ortak tanıdıklar üzerinde daha çok duruldu. Çünkü Aycanlarla ailecek içli dışlıydık.

Bir ara karşı sokağı işaret ederek dedi ki:

-Şu ev değil miydi sizin bir ara oturduğunuz?

-Yok, Aycancığım. O, Ufuk’un babasının ikinci karısının ve benim çocukluk aşkım Zekilerin evleriydi. Altlı üstlü oturuyorlardı o apartmanda. Bizimki karşı apartmandı. Ufuk ve anneleri oturuyordu üstümüzde. Babaları binde bir uğrardı onların yanına. Bir yanım acır üzülürdü onların haline. Yıkılmış herhalde bizim oturduğumuz apartman.

-Bu oturduğumuz mekânın olduğu yerde de ilkokul mezuniyet gecemizin yapıldığı Hilton oteli vardı. O da yıkıldı. O kadar büyük bir binaydı ki o küçücük dünyamızda.

Sonra sohbet Ufuk ve Zeki üzerinden daha da derinleşti. ”Kimseye söyleme ama...” diye başlayan cümlelerle çocukluğumuz ve daha sonra zaman zaman yollarımızın kesiştiği bu kişilerle yaşadıklarımızla sohbet uzadı da uzadı. Ta ki benim için sözün bittiği yere gelinceye kadar. Zeki, devam ediyor mu bilinmez ama bar işletiyormuş. Ufuk ise karısını baldızıyla aldatmış, her iki yuva da yıkılmış. Kendisi de hastaymış altına bez bağlanıyormuş derken sohbetin vardığı noktada sessizlik oldu.

İçimdeki sorgulamalara dalma zamanı değildi şimdi. Aycan’ dan ayrıldıktan sonra yapacağım uzun tren yolculuğunda bol bol zamanım olacak bunun için. Tadını çıkar kızım dedim ve ana dönmek için soğuk limonata bardağını sıkı sıkı tuttum.