Bugüne kadar kadınların çalışma hayatında yer alıp almamasıyla veya alanların çalışma hayatında karşılaştığı zorluklarla ilgili çok çalışma oldu, çok açıklama yapıldı, çok hikâyeler yazıldı, farklı farklı öyküler anlatıldı ama İnsan Kaynakları yönüyle konuya bakma azınlıkta kaldı. Hâlbuki çalışma hayatına adım atma İK’yla mümkün ya da çalışma hayatının ilk kapısı İK’yla açılır.

Peki, bu kapıyı adaylara açan İK’cıların kadın-erkek ayrımcılığı veya kadınların çalışma hayatında yer almasıyla ilgili bakış açıları nasıl?

İK’cılar kadın-erkek ayrımına şöyle bakıyor, böyle bakıyor diye bir genelleme yapılmaz. Belki de toplumun tümü gibi, İK’cıların da tümünün bakış açısı benzerlik gösteriyor diye işin içinden çıkmak mümkün.

Bu da bana çok kolaycı geliyor.

Yapılan araştırmalara göre ülkemizde erkeklerin yüzde 25’inin kadınların çalışmasına karşı olduğu belirtiliyor. Bence bu rakam daha fazla. Çünkü insanlara bir soru sorulduğunda vermek istediği cevabı değil, duyulmak istenen cevabı dile getirenler çoğunlukta…

İş arayan ve işveren olarak masanın her iki tarafında da bulunan birisi olarak İK’cıların kadın erkek ayrımına nasıl baktığını, en azından kendi gözlemim, meslektaşlarımın gözlemi ve dinlediklerimle yoğurabilirim.

Kadınların iş hayatında yer almasıyla, paralel bir şekilde taciz, tecavüz ve mobbing de yer alır. Bu çok aşağılayıcı bir şey ama ne yazık ki, iş arkadaşları, amirler ve patronlar tarafından erkek çalışana değil ama kadın çalışanlara “cinsiyet” yönüyle bakan çoğunlukta.

Konumuz İK açısından bu ayrım var mıdır, yok mudur veya varsa ya da yoksa hangi dozdadır ona bakalım…

İK’da görev alanların kadın veya erkek olmasının durumu çok değiştirmeyeceğini söylemeliyim. Çünkü genel olarak İK’cılar “patronların kadın çalışana bakış açısı”na göre bakıyor ve kendi görüşlerini de ekliyorlar.

Bir yerde kadın çalıştırılıyorsa veya çalıştırılmıyorsa bunun çok sebebi var ve ne yazık ki kadının yetkinliği, en önemli sebep olmaktan çok uzak.

Erkek ağırlıklı ofislerde kadın çalıştırılmıyorsa sebebi, “rahat davranalım” diye düşünen bir patron ağırlığından kaynaklanır.

Erkek ağırlıklı ofislerde kadın çalıştırılmak isteniyorsa, “erkekler kendine çeki düzen versin” anlayışı hâkim olmuş, erkekleri zapturapt altına alamayanlar, kadının varlığıyla erkeğin düzgün davranacağını düşünür. Aslında bu da gösteriyor ki, kadının olduğu yer, düzenin olduğu yerdir aynı zamanda.

İK’da, iş başvurularında adaylar incelenirken, kadın mı, erkek mi olması, patronun bakış açısıyla direkt olarak ilgilidir. Tercih de cinsiyet varsa, olaya cinsiyet açısından bakılır ve yeterlilik değil, “erkek olması” veya “kadın olması” en temel gösterge olur, daha sonra diğer kıstaslar gelir.

Kadın adayın çok güzel, güzel veya normal olması da İK’cıların tereddüt ettiği konulardandır. Elbette bu her işyeri için geçerli değil, patronun erkek, “çapkın” veya “ahlaki düzeyi daha düşük” görülmesi, İK’cıları düşündürürmüş. Bunda da “çirkin aday” şanslı aday kategorisine yükselebilirmiş. Haliyle diğer kıstaslar da ondan sonra…

Sadece çalışma hayatında değil, siyasette de erkeklerin egemen olması, egemen kalmalarını sağlamaya dönüktür. Kolay hareket etmek, rahat konuşmak, rahat şakalaşmak, erkeğe has bilinen düşük karakterli takılmaları kolayca yapmak için “kadın çalışan” veya “kadın siyasetçi” istemezler.

Dikkat ederseniz, bu ana kadar kadının işe yatkınlığı, yetkinliği, tahsili, eğitimleri veya kişisel becerileriyle ilgili tek kelime etmedim. Zaten sıkıntı da tam burada.

Zira İK’larda, işe alan erkekse, kadın tercih etmesinin sebebi “kadın” olması nedeniyledir. İşe alan kadınsa, kadın tercih etmesinin nedeni kendisine yoldaş olması veya “kadın” olması değildir. Bu ayrıntıyı farklı şekilde not alabilirsiniz.

Her ikisinde de işveren veya ilgili bölüm “kadın” istediği için “kadın aday” üzerinde durulmuştur. Yetkinlikler ise kadın olan adaylardan bakılmıştır. Burada daha yetkin bir erkek aday varsa bile otomatik olarak elenmiş, tersinde de daha yetkin bir kadın varsa bile “erkek çalışan” istendiği için erkek adaylar tercih edilmiştir.

***

Gelelim kendi kişisel düşünceme…

(Bunu kadın-erkek ayrımı yaptığımdan dolayı almayın, çünkü öyle bir ayrımı kabul etmem.) Bir eş ve bir anne olarak kadınların esas yerinin evi ve çocuklarının yanı olması gerektiğini düşünürüm ama hemen bir parantez açarım, günümüzde çalışmayan/çalışamayan kadınların kendi ayakları üzerinde durmasının mümkün olmadığını/olmayacağını da söylerim. Burada gerçeklerle hayallerin örtüşmediği anlaşılır. Kadınların mutlaka hayatını “tek başına” da idare edecek bir mesleki yeterliliğe kavuşması ama bunun ne zaman kullanılmasına kendisinin karar vermesi gerektiğine inanırım.

Kadınların daha rahat etmesi, çocuğuna ve evine daha fazla zaman ayırması için evde geçirilen zamanın daha çok olması gerektiğini düşünürüm. Bunun için de daha çok “home ofis” hayali kurarım, daha çok az mesai gerektiren işlerin yaygınlaşması ve daha fazla alanda paylaşılması gerektiğini düşünürüm.

İK olarak da iş yapma, iş verme, yetki alma ya da verme yönünden insanlara “cinsiyet” yönünden değil, “yapabilirlik” yönünden bakılması gerektiğine inanırım ve asla bunun “cinsiyetle” değil, kabiliyetle alakalı olmasının artık yerleşmesi gerektiğine inanırım.

Genel olarak iş yaşamına bakışım ise bir İK’cı olarak pek iç açıcı değil.

Çalışma saatlerinin fazlalığı, trafik çilesi, dinlenme aralarının az olması, sabahın ilk ışıklarıyla evden çıkan, gecenin karanlığında eve giren, aldığı maaşı görmeyen, internet bankacılığıyla oradan oraya aktarılan, modern bir köleliğin hüküm sürdüğünü düşünürüm.

Ve benim hayalim böyle bir çalışma yaşamı değil…

Bugün 8 Mart’tı değil mi, “hayata egemen olan” erkeklerin, kadınların gönlünü almaya çalıştığı gün…

Ben öyle yapmıyorum. İçimden geçeni “bir kaygıya kapılmadan” açıklıyorum, hepsi bu…