Her bahse kalktığıma köyümden inatla hatıralar yarışır ön plana çıkmak için.

Her defasında da inatla köyümün ihtiyarları gelir aklıma. İşte, görmediğim, idrak edemediğim zaman halkalarını bana bağlayan, doğaçlama bilgeler, yürüyan tarih kitapları köyümün ihtiyarları.

Hep bir pişmanlık içinde olurum onları düşündüğüm zaman. “Keşke iyi dinleseydim anlattıklarını” diyerek.

Ama sayfaları kopmuş, kaybolmuş roman gibi her biri. Yollarda yürürken bir yerlerde oturmuş, ellerindeki bastonlara

bedenlerini dayayarak konuşmaları ve kulaklarının sağır oluşu nedeniyle her kelimede mutlaka “ne dedun” gibi takrar

sözcüklerini sıkca kullanmaları ayrı bir hoşluk veriyor sohbetlerine. Köyümüze, benim çocukluğumda yollar yapıldı, elektrik

ve telefon geldi, sonra da televizyon internet ve akıllı telefonlar. Her yer yakın, uzak diye bir kavram kalmadı ama, insanlar

arasındaki mesafa açıldı, ilişkiler koptu ardından. Elbette zamanı geldiğinde olacaktır değişiklik, fakat o günlerden büsbütün kopmak akıl kârı değil bana göre. 

Yaşlı bir akraba ya da komşumuzu ziyaret etmeyi, hâl hatır sormayı bir sorumluluk olarak göremiyoruz. Durum böyle olunca

onlar da kendilerini bir köşeye atılmış hissettikleri gibi, çok kolay minnet altında ezilebiliyorlar. Oysa bu dünyanın her yaşta

insana ihtiyacı olmasaydı ihtiyarlık olur muydu hiç?. 

Ayser ÖZBAKIR