“ İçinizdeki Çocuk Kaç Yaşında “ başlıklı bir kişilik testini uyguladım kendime. Sonuç; 9- 12 yaş grubu. Hayatla rekabet içinde bir çocuk var içinizde. Bir yanı bir an önce büyümek istiyor, öbür yanı çocukluğun avantajlarını terk etmekten imtina ediyor. İkisi arasında bocalamaya daha yeni başlamış. Ama bocalama oyununu kurallarına göre oynaması gerektiğinin de farkında. Bağımsızlaşıyor, tek başına hareket etmeyi, derdini sözcüklerle anlatmayı ve ağlamamayı öğreniyor. Bütün bunları çok hızlı yapıyor.

Hızımı alamadım bir de “ Neyiniz İçin Seviliyorsunuz ? “ başlıklı testi uyguladım. Sonuç; Sizinle arkadaş olmak insanlar için bir ödül gibi. Elinize aldığınız, dokunduğunuz, gözünüzle gördüğünüz, kelimelerinizle tarif ettiğiniz her şeyin değerini yükseltiyorsunuz. En sıradan anları bile hayatın en özel anlarından birine dönüştürme gücüne sahipsiniz. Bu nedenle tam olarak bir ödül gibisiniz. Sizinle bütün bir hayat anlamlı, değerli ve mutluluk dolu olabilir.

İkisini birleştirip içimdeki çocuğu ödüllendirmek adına ben de kalktım bu yazıyı yazdım. Çünkü uzun zamandır karar almıştım, yazmaya daha ağırlık vereceğim diye; fakat hep ihmal ediyorum. Bu da bana suçluluk duygusu olarak geri dönüyor.

Bugünkü farkındalığımla “ oyunu kurallarına göre “ oynamam gerektiğini farkındayım. Bu kurallardan biri ve en önemlisi önceliklerimi şaşırmamak. İşime yaramayanları hayatımdan çıkarıp yenilerinin hayatıma yerleşmesi için çaba göstermek. İşte, bu yeni olanlardan biri yazmak. Yerleşmesi için bir disipline ihtiyacım var. Ertelemelerim beni pasivize ediyor.

Aslında altta yatan korkularımı da farkındayım. Çocukken sevilmeme ve onaylanmama korkusuyla bir sürü maske takmışım, şimdi onları birden bire çıkarıp atmak zor ve ürkütücü geliyor. Hemen ağlayasım geliyor tıpkı çocukken yaptığım gibi. Hoş, bugün de çoğu zaman başvurduğum bir yöntem büyümemek, duygularımın sorumluluğunu almamak adına. Fakat testte de belirttiği gibi; “ ağlamamayı öğreniyorum “. Hem de hızla.

Aslında ben “ ağlamamayı “ değil de “ ağlanmamayı “ öğrenmek istiyorum. Hoş, ikisi birbirine bağlı. Ne kadar duygularımın sorumluluğunu alıp bunları sözcüklerle anlatmayı yeğlersem o kadar az kendime kızgınlık yaşayacağım. Kendime kızgınlık yaşamadığım sürece ağlamayacağım. Ağlamadığım için utanç ve suçluluk yaşamayacağım. Dolayısıyla bu utanç ve suçluluğu örtmek için kendime acıyarak  “ ağlanma “ kısmına hiç mi hiç sıra gelmeyecek. Yazması ne kadar kolay değil mi?

Hani derler ya; kolaysa başına gelsin. Beni de ancak bu konuda “ olur olmaz her yerde ağlayanlar “ anlar. Dileğim; kahkahalardan çok tebessümle karşıladığım şeylerin yanı sıra salya sümük karşıladıklarımda da gözlerimin nemlenmesi, hadi bilemedin birkaç damla gözyaşı ile karşılamayı öğrenmektir.

Testten çıkan sonuca göre de bu mümkün. Her ne kadar ikincisi biraz inancımı örselese de ( ödül olarak kendimi düşünemiyorum) yine sıkı sıkı sarılacağım kişilik testlerine. İşin şakası bir yana ben kişilik testlerini çok seviyorum. Ondan da öte ben kendimle uğraşmayı seviyorum. Çünkü gerçekten büyümenin, olgunlaşmanın “ kendinle uğraşmaktan “ geçtiğine inanıyorum. Öyleyse içimdeki çocuğa diyelim hep birlikte; “ Merhaba!”