İbn-i Haldun’un siyaset, mülk ve kamu hukuku görüşlerinin temelini asabiyet nazariyesi oluşturur. Ona göre, asabiyetin temeli olan hısım ve akrabalık bağı (nesep), insanlarda tabiî olarak yaratılıştan gelen gerçek bir bağdır ve genel olarak yakınlara herhangi bir haksızlık yapıldığında etkisini gösterir. Öyle ki, akraba olan kişi, yakınının bir zulme uğraması durumunda ona karşı kalbinde bir yumuşaklık hissederek akrabasının derhal bu durumdan kurtulmasını arzu eder ki bu tavır, insanî tabiî bir temayüldür. Hatta ona göre dinî hadiselerin temelinde de önemli derecede asabiyet vardır.[1] Ancak İbn-i Haldun’un asabiyetten kastettiği mana çok net değildir. Zira asabiyet; grup hissi, hizip birliği, cemaat ve meslek dayanışması şeklinde, belli hedefleri olan grup üyelerini birbirine bağlayan manevî rabıta ve bütünlük şuuru, anlamında da kullanılmaktadır.[3]

Sünnilik, Şia, Haricîlik ve Mutezile gibi mezheplerle Nakşilik, Mevlevîlik gibi tarikatlarda ve günümüz dini cemaatlerinde görülen birlik, dayanışma ve fedakârlık ruhu da asabiyetle izah edilebilir.

Asabiyetin kaynağı olan neseb, gerçek olmaktan ziyade itibarîdir, vehmî ve hükmîdir. Buna göre kabileler, nesebin mutlak olduğunu bilmek yerine, onun gerçekliğine inanarak akrabalık bağı oluşturmuşlardır. [4] Asabiyetin en güçlü olduğu yerler, insanların birbirlerine muhtaç ve dayanışmaya şiddetle bağımlı oldukları çöl ikliminin hâkim olduğu coğrafyalardır. Dolayısıyla bu tür bölgelerde yaşayan insan topluluklarının nesepleri, onlar diğer kavimlerle bir arada olmadıkları için karışık değildir.

İbn-i Haldun’a göre asabiyetin nihaî hedefi hâkimiyettir, mülktür ve devlettir. Hükümranlık, kahr ve şiddetle galebe çalmak ve başkalarını hüküm altına almak demektir. Devlet ancak kuvvet, kudret ve üstün gelmekle kurulur. Bu da ancak asabiyetle ve asabiyet düşüncesi etrafında toplanmakla gerçekleşir.[5]

İbn Haldûn, bu teorisinde asabiyetin sadece olumlu ve faydalı yönlerinden bahsetmiş, olumsuz taraf ve tesirlerini dikkate almamıştır. Ancak kendisinden önceki ve sonraki İslam âlimleri asabiyeti, İslâm birliğinin gerçekleşmesini engelleyen, cemaati tehdit eden, tefrika, fitne-fesat, zulüm ve haksızlığın sebebi, nihayet devletlerin yıkılmalarının asıl amili olarak görmüşlerdir.[6]

 

[1] Uludağ, Süleyman, Mukaddime Tercümesi, I, 129.

[3]Adem Apak, a.g.e, (Nasrî, Asabiyye, s. 10, 55; Kabbânî, el-Asabiyye, s. 11, 56; Ergin, Murat, Siyasi ve İtikadi Mezheplerin Doğuşunda Kabile Asabiyetinin Rolü, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Şanlıurfa 2000, s. 21, 100).

[4] İbn Haldûn, Mukaddime, II, 484.

[5]Mukaddime, II, 526. 

[6] Uludağ, Süleyman, Mukaddime Giriş, I, 120