Ayrılıklardan, aykırılıklardan şikâyet ediliyor. Irk, renk, dil kavgaları veriliyor. Zira ramazan ayı geldiğinde veya cuma namazı vakti girdiğinde biraz önce ayrılık münakaşası yapanlar, aynı zamanda sahur veya iftar yapıyor, aynı safta oruç tutuyorlar.

Toplumda “11 ayın sultanı” olarak tabir edilen mübarek ramazanı şerifin manevi iklimindeyiz. Eğer seher vaktinde bulunduğunuz köy veya şehre uzaktan bakma imkânınız olursa, kesinlikle yerleşim yerlerini papatya tarlası gibi görürsünüz.   

Bu güzel ayda top ve davul sesleriyle uyanan müminler, gönüllerindeki imanın ışığıyla uyanıyor, dolayısıyla evlerini de ışıtıyorlar.

Davullar, seferberlik ilan eder gibi çalıyor: Nefsimizin hoşlandığı şeylerin bizi esir almadığını, çayın, sigaranın, yemeğin, şehvetin esiri olmadığımızı, yalnız ve yalnız Allah’ın kulu olduğumuzu ortaya koyuyor ve bunu yedi iklim-i cihana duyuruyoruz.

Sahur yemeğiyle birlikte sabır taşını yutuyoruz. Ekonomik ambargo tehdidi ile bizi yıldırmaya çalışanlara “Biz kendi helal kazancımızın bile esiri değiliz. Biz, senede bir ay kendimize ambargo uyguluyoruz. Bizi korkutamazsınız. Dokuz günlük yiyeceğini bir günde tüketenler için geçerli olan tehdidiniz bize geçerli değildir” mesajını veriyoruz.

Ramazanda, hasta ve misafir olmayan, ergenlik çağına gelmiş, aklı başındaki insanlarımızın yüzde doksanı oruç tutuyor.  

İşte milli birliğimizi sağlayan yegâne haslet budur. Hiçbir parti, vakıf, dernek, kurum veya kuruluş bu rakamı yakalayamaz.  

Ramazan ayını değerli hale getiren bu ayda nazil olan Kur’an-ı Kerim’dir. Çokça, kana kana okuyalım. Bir tefsirden de manasını öğrenelim.

Ramazanla birlikte ekonomiye de bir canlılık gelir. Yiyecek maddeleri köylerden şehirlere akın ederken, paralar da zenginlerin kasalarından, fakirlerin keselerine doğru akın eder.

Zekât, sadaka, fitre, fidye adı altında fakirlere verilenler trilyonları geçer. (Zengini seven sistem milyonlarca fakirin hakkını elli kişiye verse de, Müslümanlar hakkıyla vermese de) Bu sistem, özellikle her ramazan ayında böyle devam eder.   

Bir aileyi düşünün; akşam saati, iftar vakti olmuş, sofra önünüzde, eşiniz ve çocuklarınız yanınızda veya değil, yemek sizin alın terinizle kazanılmış, lakin el uzatamıyorsunuz.

Milyonlarca insanın kulağı minarelerden yükselen sese kesiliyor. Minarelerden, radyo veya televizyonlardan gelecek bir sesi bekliyor. “Allah’ü Ekber” sesine kilitleniyor.

Dünyada hiçbir güç cumhurbaşkanıyla çobanı, generalle eri, işverenle işçiyi, rektörle öğrenciyi, kısacası milyonlarca insanı aynı anda bir işe başlatamaz. Bir ay kendi yemeğini bile yememe eğitiminden geçen Müslümanlar, 11 ayda başkalarının malına el uzatmama eğitimini de tatbiki alırlar.  

Vakt-i zamanda bir vesile ile samimi olduğum bir polis memuruna sormuştum; “hangi gün ve aylarda suç işleme oranı azalır?” demiştim. “Günlerden Cuma günü, aylardan Ramazan ayı en az suç işlenen zamanlar” diye cevap vermişti.

Bu günden itibaren geçen sene oruç tutmayan dostlarımızla ilgilenelim, bu sene oruç tutmasını ve bu güçlü birliğe katılmasını sağlayalım.

Biz, bütün günlerin ve ayların hakkının verilmesini istiyoruz.

Bütün ayları Muharrem ayı, her yeri Kerbela yapmak isteyenlere fırsat vermeyelim.

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

                                                                                                                             Bilal KARADAĞ

                                                                                                                             [email protected]