Epeydir karşımda duran bir nesneyi tanımlamaya çalışıyorum.

Doğrusu nasıl tarif edilir, nasıl tanımlanır bilmiyorum.

Gerçi karşımda mı, içimde mi yoksa ben mi onun içindeyim henüz onu da kestiremedim.

Anlatmaya çalışanlar da her seferinde farklı şeylerle ifade ederler. Onu anlatırken aslında kendilerini de anlattıklarını da fark etmezler.

Doğuştan mı böyleydi yoksa sonradan mı oldu pek bilinmez, bilinmesi için de kafa yorulmaz.

Ama hep bir tuhaflık, hep bir gariplik var hallerinde. Başkalarına benzemeyen, anlam verilmeyen ve de hoş görülmeyen bir gariplik.

Dilenci desen biraz ağır kaçacak ama belki bir çocuk gibi, ama hep bir peçel veya hep bir pısırık gibi.

Tabiatında mı var yoksa böyle mi alıştırılmış bunu da kimse bilmez.

Adeta kendini ifadeden aciz, istemesini bilmeyen hatta beceremeyen bir yapısı var gibi.

İhtiyacı olanı ya gökten zembille gelecekmiş gibi ya da birilerinden gelecek bir lütuf, bir müjde bekler gibi.

Hımbıl gibi bir şey

Aslında kendinden başkasına zararı olmayan biri gibidir.

Varsa yoksa kendi kendinedir; eli ayağına, ayağı ağzına, ağzı kulağına, hâsılı hep kendi içinde didişir.

“Kalk, silkin, kendine gel” uyarılarına pek bir tepki vermez, azıcık inilti ve mırıldanma ama sürekli mızmızlanmaktan başka.

Kendi işini görmekten aciz, değilse bile kendine güveni yok. Elini, ayağını, ağzını, diğer azalarını nasıl kullanacağını dahi bilmeyen bir tiplemeyi canlandırır gibi, ama gayri ihtiyarı ama hissiz ve duyarsız…

Çocuk desen değil, divane desen hiç değil.

Büyümüş de küçülmüş desen büyüdüğünü gören yok.

Sorsan çok eskilere dayandırır yaşını, konuştursan iki kelimeyi bir araya getiremez, kem küm eder durur.

Gerçi nerden öğrenmiş bilinmez ama bazen süslü laflar eder, nutuklar atar ama atar işte, konuşmayı yeni öğrenen çocuk nasıl yaparsa öyle, bunlardan da bir hayır görmez.

Kendi ayakları üzerinde durma konusunda sıkıntılıdır. Hep birilerinin elini tutmasını ister. Bazen öyle abartır ki, suyu ekmeği bile ağzına konulmasını bekler.

Görünüşte her şeyi tamam gibi, nefes alıp veriyor, azaları yerinde, uzaktan gören adama benzetir. Ama yakından baktığında bir pelte gibi.

Hatta sanki ruhu yok gibi, bilinci, benliği ve kimliği yok sanki.

Bu satırlardan siz bir şeyler çıkarabildiniz mi bilmiyorum ama ben hala anlatabildiğimi sanmıyorum.

Kim bilir belki de anlatılmaz yaşanır.

Buna yaşamak denirse eğer…