İnsanlar gittikçe çıldırmaya başladı sanki. Yer, zaman ve mekana, makama bağlı kalmaksızın,  aklına ve ağzına geldiği gibi konuşmaktadırlar.Her yerde, herkes hakkında, her sözü söylemekten çekinmiyorlar.Birileri çıkıpta “ Hey arkadaş! Sen ne yapıyorsun, ne yapmaya çalışıyorsun, bu cesareti nereden alıyorsun” diyemiyor. Her yapılan/söylenen yanlarına kar kalıyor.

Söylenilen sözlerin kimin kalbini kırdığı, sosyal  yaşamlarında nelere mal olduğu hesabını yapamıyorlar. Zaten pek kaile de almıyorlar.

Onların sadece tanınmış olmaları yeterli gibi sanki. Başkalarının gözyaşlarıyla kendilerine kar payı biçmektedirler.

Mevcut edinimlerine ve kariyerlerine birer katma değer olarak görüyorlar.Ancak insan olmanın ve insanlığın gerekleri  bunlar değildir.

Bulunulan ortamda söylenecek sözleri iyi tartıp biçmeli. “Bin düşünüp bir söylemeli” ki; başkalarının gözyaşlarına vesile olmasın. Her insanın  mevcut halleri aynı olmayacağına göre, nerede, nasıl bir tepkiyle karşılacağını iyi düşünmelidir. Aksi takdirde söylenilen sözler olur ki; hem kendini, hem de karşındaki insanları içinden çıkılması, hatta onarılması zor  tahribatlara sebep olunur.

Söz ağızdan çıkar. Düşünülmeden söylenilen her söz, ağızdan çıktı mı artık senin olmaktan çıkmıştır. Ya olumlu anlamda mevcudiyetine,  değerine bir çentik daha atar, ya da bitmiş, tükenmiş olmanın aşılmaz yolculuğunda taşınmaz yükünü biraz daha  ağırlaştırır.

Son zamanlar da  olumlu ve olumsuz belki de, yönlendirilmiş olarak bilinçli bir şekilde çeşitli iletişim araçlarının görsel olanlarında, insanların sosyal yaşantılarını rencide edercesine  sözler sarfedilmektedir.

İnsanların belli bir kariyere, ya da belli bir mevki ve makamda olması demek, onlara her yerde, her sözü söyleme hakkı vermez. Vermemesi de gerekir bence. Çünkü seçilmiş/atanmış  ve gözde olan bir mevki, makamda bulunan, belli bir kariyeri bir takım özellikli mesleklerde bulunanlar, bilgili, kültürlü, nerede ne zaman, nasıl  konuşacağını iyi bilen, hal ve hareketleriyle, konuştuklarıyla, yaşadıklarıyla toplumun aynası durumunda olup, mevcut sistem içerisinde, insanlara örnek durumunda görülür. Onlara karşı gerek olumlu, gerekse olumsuz olabilecek bir model durumundadırlar.İnsanlar ihtiyaçlarına göre neyi isterlerse onu alırlar.

Bunların farkında olmayan,   kendilerince farkındalıkları bulunan bazı sanat ve model insanların sanatlarını icra etmek adına -bilmem adına her ne deniliyorsa- bulundukları mekanda insanlarla alay edercesine rencide ederek, toplumda gizli kalması gereken sırları ifşa etmektedirler.

Lakayt, laubali ve pek de tasvip edilmeyen, laylaylom türü bir yaşam tarzı süren ve bazı söylenecekleri  en son söylemesi gereken kişilerin onlar olması gerekirken, insanların gözünün içine baka baka,  her sözü söyleme hakkını  kendilerinde görüyorlar.

Bir an önce sanat ve sanat ruhuna uygun olacak, bulundukları mevki, makam ve pozisyona, edindikleri kariyere uygun olacak bir   durumda bulunmaları gerekir. Bulundukları noktanın neresi olduğunu, dün nereden gelip, bugün nerede olduklarını, yarın nereye gidebileceklerini  iyi düşünmelidirler. Biraz daha insanlara ve duygularına saygılı olmalılar.

 Unutmayılım ki; bu millet tarih boyunca bunlara benzer  çok zevatlar gördü. Mezarlıklar onlar ve onlar gibi  olmaya çalışanlarla dolmuştur.Bu millet herkese anlayacağı şekilde ve dilde  gereken cevabı vermiştir. 

Hem madem ki sonun da ölüm var ve herkes elbet bu şerbeti tadacaktır. O halde bu böbürlenme ve farkındalık hislerine kapılma da neyin nesi?

Öyle bir an da, Bülent, Hülya, Ali, Veli ve bilmem ne olmanın hiçbir artısı yoktur.

Fark mı; sadece, doğrulukta, dürüstlükte, sevgi, saygı, hürmet, şefkat, yardımseverlik gibi insani değerlerde.

Fark mı sadece.....

            Kerim BAYDAK

            [email protected]