Spor dönüşü yolda karşılaştık. Gencin elinde ipi, durmuş bana bakıyor karşı yoldan. Yanaştıkça kuyruk hızlandı. Benim de yüzümde gülücükler laf atarak yaklaştım yanlarına. İpini tutan insanına “ İzin verir mi?” diye sordum. O da “Size bağlı. Aslında gergin bir köpek değildir. Siz de gergin davranmazsanız sanırım izin verir.” dedi. Elimi koklaması için uzattım. Oralı olmadı. Baktım gerildim, ufak ufak oradan uzadım.

Eve geldim. Aradan belli bir süre geçti, kardeşim geldi. Yedik, içtik, sohbet ettik. Sonra bazı hassas kavramlar üzerine sohbet ederken gerildik. Ne yazık ki kendini ispat etmenin yanı sıra anlaşılmak kaygısı, kaybetme korkusu derken öyle kolay uzaklaşamıyor insan tartışmanın getirdiği o gergin ortamdan. Dışarıdaki ilişkiler kadar kolay olmuyor gerginliği hissedip uzaklaşmak.

Hatta bir ara ‘yazı yazmanın bir dezavantajı olarak‘ gördü bendeki hassasiyeti. Olabilir. Bence faydası var. Düdüklü tencerenin havasını yavaş yavaş boşaltır gibi gerginliklerim daha kolay geçiyor gibi geliyor.

Bak o gitti, ben de kendime dönebiliyorum şimdi yazarken. Dil işin içine girdi mi iletişim daha zorlaşıyor. Hâlbuki hayvanlarla iletişimi beden dili sağladığı için daha basit oluyor galiba. Hoş bazen onların da dili olsa nerelerinin ağrıdığını söyleyebilseler diye düşünsem de ‘dil yarası’ yine farklı. Yaralarımızın kanadığı yerler şifa bulsun inşallah.

Aslında eve gelirken karşılaştığım köpeğin insanının söylediği gibiydi kardeşimin de söyledikleri. Bende var olanı tetikliyor konuşulanlar ve dolayısıyla bunun sorumluluğunu almak da bana düşüyor. Fakat ben paralize oluyorum. Yazarken de aynı düşünce seline kapılıyorum. Fakat kontrol benim elimde olduğu için yazarken çok kafam karıştığında, itiraf edip durdurabiliyorum kendimi. Diyaloglarda öyle olmuyor ki...

Uzun lafın kısası iyi bir iletişimci olmak istiyorum. Öncelikli olarak kendimle iletişimimi sağlam ve sağlıklı tutmak istiyorum. Sonra da iletişimde bulunduğum insan, hayvan ve şeylerle iletişimimi sağlam ve sağlıklı kurmak istiyorum. Her güne başlarken bu niyetimi sesli olarak tazeleyip öyle kapımı açıyorum. Niyetimin her geçen gün sevgiyle ve kolaylıkla gerçekleşmesini diliyorum.

Burada oturtmaya çalıştığım dua, dilek, niyet kavramları üzerinde biraz durmak istiyorum. Dua kelimesinin anlamına bakıldığında çağrı yapmak ve sesleniş olarak karşımıza çıkıyor. Bu tanımıyla hoşuma gidiyor. Geçenlerde bir arkadaşla şöyle bir sohbet geçti aramızda.” İyi olmadığım zaman iyiyim demek bana pek samimi gelmiyor. Fakat sözün büyüsüne inanan bir insan olarak da iyi olmadığımı söylemek içime sinmiyor. Bu ikilem yoruyor beni.” dedim. O da inançlı bir insan olarak dedi ki; dua niyetine iyiyim diyebilirsin. İşte bir iyiliği çağırma şeklinde bunu kullanmaya çalışıyorum. Çünkü duaların oturtulduğu kutsal mertebe de ezber bozmak gibi geliyor bana. Abartmıyorum. Gerçekten benim için zorlayıcı bir alan.

Gelelim dilek dilemek kısmına... Dilek kelimesinin anlamında, temenni, murat, rica, istek yazar. Aslında istemenin en yumuşak halidir diyebiliriz ‘dilek’ dilemeye. Uzun uzadıya ayrıntılarına değinmek istemiyorum. Arzu edenlere benim de yazarken faydalandığım Meltem Reyhan’ ın ‘Niyet Defteri’ adlı kitabını önerebilirim. Özellikle istek ve arzu ile ayırıcı özelliklerine geniş yer verilmiş kitapta. Derleyici, toparlayıcı olması açısından şu alıntıyı yapma gereği duydum:

“Arzulama hali egoyu besler. Egomuz güçlendikçe kibrimiz yani ben bilirim hallerimiz ve olana itirazımız artar. Sahip olduklarımız sadece haz verir. Haz kalbi değil nefsi besler.” diye devam ediyor. Bu tespitlerden yola çıkınca niye dilek dilemekle ilgili bu kadar zorlandığımı anladım. Yine kavram kargaşasına düşmüşüm. Dilek dilemeden önce o kadar garantici davranıyorum ki ayrıntılara takılmaktan yorgun düşüp sonunda her şeyi Yüksek Gücüme bırakıyorum. Hâlbuki o da talep etmemi istiyor benden. Ne istediğini bil ki sorumluluğunu al. Yoksa ikide bir yolunda gitmeyen işler için beni suçlaman kolay yol, diyor. Diyor da duymak işime elvermiyor.

Niyet etmek ise bir şeyi yapmayı hayal etmek ve dile getirmektir. Ne kadar derin anlamı var! Ne yazık ki bende çok yüzeysel birkaç çocukluk anısına ait ritüelde takılı kalmış bir eylem. En çok oruç tutarken niyet ettiğimi anımsıyorum. Bir de annem ya da sonra kendim bir şey dikerken, örerken yani herhangi bir el işine başlarken tez bitmesi adına niyet ederdik. Hele ki annem bana bir şey dikmeye ya da örmeye başlayacaksa benim sokak kapısının dışından koşarak işin üstüne gelmemi ve birkaç defa ‘ kolay gelsin’ dememi istemesi çok hoşuma giderdi. Çünkü sonunda yeni giysilere kavuşmak vardı.

Niyet etmek araştırmaya devam ettiğim bir alan. Yaşama bakış açımda değişikliklere yol açacağını düşündüğüm için önemsiyorum bununla ilgili merakımı. Bakalım neler çıkacak önümüze. Gelin Meltem’ in kitabından bir niyetle sonlandırayım yazımı.

“Bu satırları okuyanların anlayışı kolaylaşsın.

Kalpleri ferahlasın.

Bedenleri şifa bulsun.

Niyetleri kabul olsun.”

AMİN!