Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında adamın biri doktora sorar:

“Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?”
Doktor şu cevabı verir:
“Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Ben de size sorayım. Siz ne yapardınız?”
Adam hemen atılmış:
“Bundan kolay ne var? Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük.”
Doktor başını sallayarak cevap verir:
“Hayır, normal bir insan küvetin tıpasını çeker.”
***
Fıkra ile ilgili bir iki cümle söyleyip başka bir konuya geçeceğim.
Bazen çözüm, bize sunulan alternatiflerin dışındadır. O yüzden hiçbir zaman sadece önümüzdeki şıklara takılıp kalmamalı, farklı düşünebilmeyi öğrenmeliyiz.
Zaten “lider” olmanın, “Farklı olmanın, farkında ve fark ettirici” olmanın özelliklerindendir; farklı düşünebilmek.
Dolayısıyla bizlere sunulan hatta bazen dayatılan şıkları değerlendirirken bu ihtimali göz ardı etmemek gerekir.
Tabi her zaman böyle olacak diye de bir kayıt olmadığı için insanın kendisini sürekli zorlamasına da gerek tok.
***
Bir konuyu dert edinmen; onu sahiplenmen, hemhâl olman, çözüm üretmen ve alternatifler sunman anlamına gelir.
Memleket meseleleri de böyledir.
Eğer memleketini seviyor, sahipleniyor ve onu dert ediniyorsan; “daha iyi ve daha güzel nasıl olur?” diye zihnini yorarsın.
Çözümler bulmaya, alternatifler sunmaya çalışır, aklının erdiği ve gücünün yettiğince katkı sunmaya çabalarsın. Gelişmesine, büyümesine ve olumlu değişmesine bir tuğla da sen koyarsın.
Gerektiğinde kimseye ihtiyaç hissettirmez, “bu memleket bana çok şey verdi. Ben de bu hizmeti/yatırımı/katkıyı yapmalıyım” diyerek yapmayanlara örnek olursun.
Böyle birisi yeri geldiğinde memleketin geleceği ve yönetimi konusunda bir şeyler söylediği zaman sözü dinlenir ve kendisine itibar edilir. Hatta çoğu zaman danışılan konumda olur.
Çünkü “yaptıkları yapacaklarının, söyledikleri söyleyeceklerinin teminatıdır.”
Yaptıkları ile bunu ispat etmiştir.
Böyle birisi olmasan da, yani sadece kendini düşünür, kendi işine gücüne bakar, gücün yetse dahi memleketin bir derdine çare olmasan da bir şeyler söyleme hakkında sahipsindir.
Birisinin yarasına merhem olmamış olabilirsin. Hatta hak yeme, haksızlık etme konusunda sicilin lekeli de olabilir. Bunlar senin konuşmana, bir şeyler söylemene elbette engel değildir.
Demokratik bir ülkede olduğumuz gibi ağzı olanın konuştuğu bir memlekette yaşıyoruz.
Ama birisi kalkıp sana “bugüne kadar ne yaptın ki kalkıp memleket hakkında böyle konuşuyorsun?” derse cevabını vermen gerekir.
“Şunu şunu yapabilme imkânın varken yapmadın, falan şeye müdahale etmedin, filana şunu yaptın...” dedikten sonra “ne hakla şimdi kalkmış memleket adına, benim adıma konuşuyorsun?” dendiğinde elbette söyleyecek sözünün ve bakacak yüzünün olması gerekir.
Bu ölçülere rağmen yine de üzerine vazife olmayanlar, bugüne kadar iraptan mahalli olmayanlar ortaya düşüp memlekete yön vermeye, memleket adına söz söylemeye çalışabilir mi?
Elbette olur.
Hatta onlar daha fazla kahraman, onlar daha fazla ön planda olan, onlar daha fazla kabul-kıymet görenler bile olabilir.
Bugüne kadar olduğu gibi, bugün de yarın da olacaktır.
Hani bir fıkra vardır ya, “sende bu ense varken...” diye biter.
İşte öyle bir şey...