Tarihi Hamamönü semtinde bulunan Ulucanlar Cezaevi Müzesinin "Mahkûm Yemekhanesi" adlı konferans salonunda “Haklar ve Sorumluluklar Bağlamında Tüketim Toplumu” adlı konferans gerçekleştirildi.

Konferansa Ankara'da okuyan Adıyamanlı öğrenciler ve Ankara'da ikamet eden Adıyamanlılar katıldı. Sunuculuğunu Başkan Yardımcısı Sıtkı Küçükaslan’ın yaptığı konferansın açılış konuşmasını Adıyamanlılar Vakfı Ankara Şubesi Başkanı Hüseyin Duran yaptı.

Şube Başkanı Hüseyin Duran, kadim bir vakıf medeniyetinin mirasçıları olarak, bu emanete layıkıyla sahip çıkmaya ve yaşatmaya devam edeceklerini belirterek, "Bu anlamda başlattığımız eğitim seferberliğinin bir parçası olan bu konferans dizilerinde temel değerlerimiz üzerinde duracağız. Aynı zamanda bu konferanslar vesilesi ile Ankara'da bulunan hemşerilerimiz ve öğrenci kardeşlerimizle buluşma şansı yakalayacağız. Adıyamanlılar Vakfı olarak eğitime desteğimiz güçlenerek sürecektir. Bugünkü konuşmacımız edebiyat dünyasının önemli isimlerinden Prof. İsmet Emre hocamız, kendisi aynı zamanda hemşerimiz, Adıyaman’ımız için gurur verici bir isim, kendisine bugünkü konferansa katılımından dolayı teşekkür ederiz." ifadelerini kullandı.

Yoğun bir katılımla gerçekleşen konferansa konuşmacı olarak katılan Hacıbayram Üniversitesi Polatlı Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. İsmet Emre, dinleyicilerin özellikle üniversiteli gençlerden oluşmasından büyük bir memnuniyet duyduğunu ifade ederek konuşmasını özetle şöyle sürdürdü:

"Şöyle bir kendimizi geri çekip dünyaya baktığımızda yaklaşık 70-80 yıllık bir ömrümüz olduğunu, o koca dünyada minicik olduğumuzu, aciz olduğumuzu hep Yaratanın önceden belirlediği haklar kapsamına uymaya tabi olduğumuzu hatırlamalıyız. Dünyada göçebe olduğumuz için kendimiz haklarımızı belirleyemeyiz. İnsanız ya unuturuz, iyi ki de unuturuz ve hiç ölmeyecek gibi yaşarız. İnsan bir cisimdir ama beni insan yapan cismiyetim değil insaniyetimdir. Tanrı insanı üflediğinde iyi ve kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt edebilmeyi sadece insana bahşetti. İyiyi kötüye yorma sadece insana özgüdür. İnsana Tanrı’nın verdiği tepkiden dolayı Tanrı’nın ışığı insana yansır ve bu sürede kudret hep insandadır. Tanrı’yı görmezden gelirseniz nesneler sizden öç alır. İçinizdeki ışığı kapatırsanız bütün kâinat karanlığa bürünür. İnsan “iyiyim” dediğinde sadece fiziki değil ruhen de iyi olmalıdır. Parçalar iyi olup bütünü oluşturduğunda ancak bütün tamamı ile iyi olur.

Neyi temsil ettiğin ya da neye sahip olduğun değil ne olduğuna bağlıdır mutluluk. Mutluluk anlamak ve anlaşılmak üzeredir, anlamak ve anlaşılmak bir mahrumiyettir.Bir ritim var ve bu ritme göre hareket etmemizi istiyor Tanrı;  'sınırlılıklar' ne ile muhatap olursanız olun asla ve asla karşınızdakine kötü gelmemelisiniz. Nefesiniz kurutmamalı, tam aksine yeşertmelidir. Eğer ışık karanlığı alt ediyorsa doğru yoldasınızdır. Tabii bunları yaparken kendinizden taviz vermemeniz önemlidir. Beden ruhun evi ise o evi terk edip gidemezsiniz.Ezilmek de kötü ezmek de. Işığın yayıldığı yerde karanlık öyle kalabilir mi? Öyleyse neden dünyanın bir yeri zenginken diğeri fakir? Öyleyse neden gökyüzünün rengi elimizden alınıyor fabrikalar tarafından. Demek ki bir yerde sevgi unutulmuş, emanet unutulmuş. İnsandan insanlık büyüsü alınmışsa, insan insan değildir. Ruh kararmışsa hayat da kararmıştır.

Çevre bilinci falan deniyor; peki kopardığın yaprağın ardından akan suyu gözyaşı olarak görürsen o yaprağı koparabilir misin? Suyun biteceğini düşünürsen onu hakir görebilir misin? Nesnenin hâkimiyeti 'kapitalizm', camileri elimizden aldı. Sen iki kişi kavga ettiğinde gözü patlayanı içeri atarsan gözlüğü kırılanı haklı yaparsan, nesneye candan fazla değer atfedersen, orada ruh kısa devre yapar. Bir zamanlar ibadethaneler, sonra fabrikalar, şimdi ise AVM'ler cennetimiz oldu. Evren'i Tanrı’nın yarattığı şiir olarak değil, bir bütün olarak değil, parça olarak alıyoruz. Yolda giderken bütünden kopan güzel bir göz gördüğünüzde korkarsınız, ne kadar güzel bir göz demezsiniz.Bu çevreciler neden panikteler çünkü tüketim çağında her şeyi hızlı tükeniyor ve dünya çöplüğe dönüştü diyorlar. Bunu yapan mantık ise üretimden çok tüketim yapmaktır. Tüketici olursanız hep üretenin mahkumu olursunuz."

-"KANSERLEŞMİŞ ÜRETİMLER İÇİN FRENE İHTİYACIMIZ VAR"

Emre, "Kanserleşmiş üretimler için bir frene ihtiyacımız var.  Her durumda modaya uymak, beni temsil edenin içeriğimin önüne geçmesidir. Nicelik ve pazarlama niteliğin önüne geçmişse; tüketim çılgınlığı vardır ve nitelik çökmüş demektir. İnsandaki hız tuzlu su gibidir, tatmin olmak için tatlı suya dönmek gerekir.” dedi.

Soru, cevaplardan sonra Sayın Emre ile, Vakfa kurulduğu günden bu yana maddi ve manevi desteklerinden dolayı Sayın Osman Doğan’a ve Sayın Ramazan Bilgin’e plaket takdimi yapıldı. Her program sonunda gelenek haline gelen çiğköfte ikramı ile konferans sona erdi.

Kaynak : PHA
Kaynak: pha