Bu yazıyı yazmaya iten sebep  şubat atamalarında göreve başlayan öğretmenlerimize karşılaşacakları zorluklar karşısında yılmamalarını ifade edebilme uğraşımdır. 
          11 Eylül 1995 yılında ilk görev yerim olan Van, Çaldıran, Koçovası köyüne atandığımda yüreğimde kırgınlıklarla dolu bir sevgi vardı. Daha sağlıklı düşünmeyi, ayaklarım  üzerinde durmayı, hiçbir tanıdık olmayan bir yerde, çevre edinmeyi öğrenecektim. İdealistlik ve vatanın her karış toprağının görev için kutsal bir mekan olduğu bilinci okul yıllarında beynime her nereden yada hangi sebepten girmişti bilmiyorum. Bu duygularla göreve başladım. Göreve başlama yazımı aldıktan sonra Van’a döndüm ve köyde kalacağım süre içerisinde lazım olacakları temin uğraşı içerisine girdim. 
          Bu arada birkaç arkadaşla tanıştım. Görev yapacağım yer hakkında bilgi edindim. Çizilen tablo anlatılanlara göre güzel gözükmüyordu. Ama olumsuzlukların çok olması beni daha idealist yapıyordu. Çünkü ben “Bitlis Hizan ne kanun ne nizam,yat uzan para kazan” düşüncesinde değildim. Ben oradaki çocuklara bilmediklerini öğretecek, görmediklerini gösterecek, okuyamadıklarını okutacak, Sonrada yaptıklarımın neticesini görerek kendimle gurur duyacaktım. Bu sayede kırgınlıklarla dolu bir sevgiyi de unutacaktım. 
          Okulum, köyodasıydı. Onu da yağ kutularından görebilirsen. Camlar kırılmış yağ kutularıyla pencereleri kapatmışlar. İlk iş milli eğitim müdürlüğü cam verdi. Bir camcı gibi onları taktım. Yazı tahtası onarıldı. Öğretmen sandalyesi temin edildi. Yaşayacağınız yada yaşadığınız bir çok şeyi ben gördüm. Yeniden tekrar etmeye lüzum yok. Zaten asıl önemli olanlarda bunlar değil zaten. 
          Mutlaka görev yapığımız yerde eksiklikler olacaktır. Biz eksik olduğumuz konuları görev yaptığımız süre içerisinde göreceğiz. Eksiklikler nerede, kimde, her ne sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın avantaja dönüştürülmesi gerektiği düşüncesi, geçenlerde elime geçen bir dergideki yazı ile perçinleşti. Yazı aynen şöyle: 
          Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermiyordu. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin bozuk olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. 
          Hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakini sağ eliyle tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocuk bir gün hocasına “hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek” dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. 
          Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi. Kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. 
          Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, ”hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim”. Hocası ise “sen sadece hareketi yap” cevabını verdi. 
          Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu. Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu “hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum  ve şampiyon oldum”. Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, ”senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir… Ve bir tek savunması vardır o da, rakibinin sol kolunu tutmak”. 

          Dezavantajları avantaja dönüştürün…