Zamanın birinde Batı Anadolu köylerinden bir delikanlı çalışmak için İzmir’e gider. İzmir in köklü ailelerinden birisinin kızıyla tanışırlar ve evlenmeye karar verirler. Ancak kızın ailesi razı olmaz.

Kız tüm engellere aldırmadan köylü delikanlı ile evlenir. Ama ekonomik sıkıntılardan dolayı İzmir’de yaşayamazlar.

Tek çare köye gidip yerleşmektir. Yerleşmesine yerleşirler ama şehir kızı köy hayatına alışmakta zorluk çeker. Onu en çok rahatsız eden de hayvan dışkılarının çevreye yaydığı kokudur.

Kokuyu ortadan kaldırmak için her gün bahçeyi temizler.

Evin yaşlı dedesi kendini fazla yormaması gerektiğini, ne kadar temizlik yaparsa yapsın kokunun devam edeceğini söylemesine rağmen kız ısrarla temizliğe devam eder. Dedeye de bu kokuyu gidereceğini söyler ısrarla.

Aradan 3 ay geçer. Kız sevinçle dedenin yanına gelir ve artık bahçede hiçbir kokunun olmadığını, sonunda kokuyu ortadan kaldırdığını söyler.

Dede kıza döner ve “kızım koku hala aynı koku, sen kokuyu ortadan kaldırmadın sadece senin burnun kokuya alıştı.” der.

*

Geçtiğimiz günlerde Adana’da yaşanan korkunç bir olaydan hareketle toplumda meydana gelen kötülüklere dikkat çekecek bir yazı yazacaktım.

Adana’daki olayda 13 yaşlarındaki üç çocuğun sokakta buldukları bir kediyi pitbull cinsi köpeklerine vahşice parçalattırdıkları olayı ekranlarda dehşetle izlemiştik.

Bu çocuklar ki; basın mensuplarının “Kedi öldü hiç mi üzülmedin?” sorusu üzerine “Ben seni vursam bile üzülmem, kediye mi üzüleceğim” diye karşılık vermişlerdi.

Hatta çocuklardan birinin görüntülendiğini görünce “Çekin âlem yakışıklı görsün” demesi dikkat çekerken, bir diğerinin “Ağabeylere selam, çatışmaya devam. Yaşımızın yetmediği yerde yaşantımız yeter, biz Denizli çocuğuyuz” demesi hayretten öte dehşete kapılmamıza sebep olmuştu.

Bu konu üzerinden bazı değerlendirmede bulunacaktım ama taziyemiz nedeniyle yazamamıştım.

Derken önceki gün şehrimizde feci ve korkunç bir olay yaşandı.

Önce 13 yaşında bir erkek çocuğun kaybolduğu haberi düştü medyaya. Üç gün sonra da kaçırılıp öldürüldüğü haberi ile dehşete kapıldık.

Olayı detaylandırmayacağım, basında ve sosyal medyada yeterince yer aldı.

Bir toplumda düzeni sağlayan iki unsur vardır. Birincisi yazılı yasalar, yani hukuk. Bu işin resmi ve devleti ilgilendiren boyutudur ki mutlaka adil olmalıdır.

İkincisi toplumun kendi içinde geliştirdiği ve oturttuğu yazılı olmayan yasalardır ki bunun karşılığı da toplumsal yaptırımlardır.

Yazılı olan ve olmayan bu yasaları bir merdivenin iki ayağına benzetebiliriz. Birisi olmayınca merdiven dik durmaz.

Bir toplumda kötülükler hak ettiği karşılığı bulmuyorsa, bir toplumda kötülükler alenileşmişse ve bir toplumda kötülüklere alışılmışsa bütün mesele bu merdivendedir.

Toplumu ayakta tutan değerlerin çürümeye, yozlaşmaya başlamış olması demektir ki, gidişat hayra değildir.

Kötülük ve suçlar karşından kanunlar mutlaka hızlı ve zamanında adaleti yerine getirmeli ki bunu herkes söylemekten ağızlara sakız oldu adeta.

Diğer yandan kaybetmeye başladığımız çok önemli bir husus var:

Toplumsal tepki

Toplumsal tepki olması için de toplumsal sahiplenmenin olması lazım.

Bananecilik”, “bana değmeyen yılan bin yaşasın anlayış”, “maddeyi manaya tercih edişimiz” gibi benzer nedenlerden dolayı önce toplumsal sahiplenmeyi kaybediyoruz, sonra da toplumsal tepkiyi…

İnsanı kaybediyoruz biz…

Dostumuzu, arkadaşımızı, komşumuzu, mahallelimizi kaybediyoruz…

Birbirimizin canına, malına sahip çıkmayı, korumayı kaybediyoruz.

Bencilleşiyoruz…

Ne uğruna?

Zamanında toplumsal ve kurumsal tepkiyi koyabilseydik eğer; belki de o çocuğumuz canice öldürülmeyecekti. Belki de o kansız, o şerefsiz, o sapık, o katil kötü emeline ulaşamayacaktı…

Biz nerede hata yapıyoruz?” demeyin. “Biz ne ara bu hale düştük?” gibi aptalca sorulardan da vazgeçin artık.

Her şey bağıra bağıra, göstere göstere geliyor…

Allah için, kendimiz için, çocuklarımız için, toplumumuz için pis kokulara alışmayalım, bilakis pislikleri ve kötülükleri bertaraf etmek için, en azından asgariye düşürmek için el birliği, güç birliği yapalım…

Bütün sivil ve resmi kurum ve kuruluşlar kendini sorumlu hissetmeli... Dahası birileri acilen ön ayak olmalı...

Unutmayalım, toplumda yaşanan her kötülükten, işlenen her suçtan herkes gücü, etkisi, görevi ve makamı oranında sorumludur.

Sadece Adana’da ve şehrimizde yaşanan bu iki acı olay uyanmamız, silkinmemiz ve tedbirler için çırpınmamıza yeterli değil mi?

Gidişat hiç de iyi değil...

Allah sonumuzu hayretsin...