Futbolun gökkubbe altında, her yerdeki şüphesiz etkisi, birleştiriciliği ve bir o kadar da ayrıştırıcılığı tartışılmaz bir gerçek.

Futbol Uruguaylı büyük yazar üstad Eduardo Galeano’nun dediği gibi;

“Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküdür. Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden birşeyler kaybetmiştir. Yüzyılın sonlarını yaşadığımız bu günlerde futbol, işe yaramaz her öğeyi reddetmektedir; kâr getirmeyen her öğe de 'işe yaramaz' olarak Kabul edilmektedir. Çocukların balonla oynaması gibi, ya da kedinin yün yumağıyla oynaması gibi, yetişkin bir insanı bir an için çocuk kılan davranışlar kimseyi ilgilendirmiyor artık. Balon kadar hafif bir topla dans eden balet ya da yuvarlanan yumak; oynandıklarının farkına varılmadan oynanan saatsiz, hakemsiz ve nedensiz oyunlarla ilgilenen yok.
Oyun, oyuncusu az, izleyeni çok bir gösteriye dönüştü. Bu artık seyirlik bir futbol. Bu gösteri günümüzün en kârlı gösterilerinden biri
ve artık oynanması için değil, oynanmasının engellenmesi için düzenleniyor. Profesyonel sporun teknokratları, futbolu sırf sürate ve güce dayalı, mutluluğa boşvermiş, fantezinin gelişemediği, cüretin yasaklandığı bir spor dalı haline getirdiler.
Bereket çok ender de olsa hâlâ sahalarda kuralların dışına çıkarak,
sırf bedensel bir zevk uğruna, yasaklanmış özgürlük serüvenine atılan, rakip takımı, hakemi ve tribünlerdekileri şahlandıran bir yüzsüz çıkıyor.


Evet! adına “Endüstriyelleşme” dediğimiz kendi içindeki futbolun evrim sürecini özellikle ülke sınırları içinde ibretle izlemekteyiz.

Renkleri farklı olsa da ortak adı aynı olan bir sevdadır “futbolseverlik”.

Peki dune kadar bizleri bir şekilde birleştiren, farklı formalar altında ter döken usta ayakları alkışlatan ve takdir eden kaybedilmiş “ruhu” nerede aramalı, kayboluşun sebebini nerede bulmalıyız?

Futbolun içinde var olması gerekli unsurlar bellidir; futbolcu, hakem, teknik direktör ve taraftar.

Futbolcu, futbolumuzun “baba” lakabına layık görülmüş dört isminden birisi olan, bir dönem Beşiktaş teknik direktörlüğünü de yapmış Galatasaraylı Baba Gündüz Kılıç’ın dediği gibi; “futbol topundan başka şey seven futbolcu olamaz” sözünden ırak, köle pazarında satılan köle misali, kendine en çok parayı verene hizmet etmeye adanmış, adına profesyonellik dediği sıfatı adının önüne eklemişlere dönüşen futbolcu kimliği ile futbol keyifsiz bir hale gelmeye daha çok çabaladı.

Futbol bir keyif, temaşa işi olmaktan çıkıp ayakkabıcılık, marangozluk gibi bir işkolu haline gelince, futbolcularda bu işi usta çırak ilişkisi ile değil, başka yerlerde başka anlamlarla öğrendik havasına bürününce, onları bu havaya sokan futbol baronları sırça köşklerinde daha da bir yayılarak oturup, bu işin kaymağını tıksırıncaya kadar yemeye devam ediyorlar.

Futbolcu köle, futbolsever ise renklerin tarafı değil sadece müşteridir.

Futbol hayatı ülkede para-çokomel ilişkisi döngüsünde yaşanır durur.

Para var ise çokomel var, para yok ise sana sadece kuracağın hayal kalır.

Tüm yaşananlar böyle mi olmalıydı? Tabii ki hayır. Kulüplerin söz hakkı sahibi olan kongre üyeleri bir masal kayığına binip, sahte rüyalar eşliğinde oylarını futbol baronlarına satınca başladı her şey.

Hangi kulüp olursa olsun şu an en büyük sıkıntı, bu işlere dur diyecek insanların karşısında duvar gibi geçilmezlik suru haline gelmiş “blok” oylardır. Bu oyları, oy sahibi kim is eve nereye isterse oraya yönlendirir. O yön size daha da borç batağına sürükler ama bu artan borç kimsenin umurunda olmaz, herkese adına reyting denilen canavar yeter. Ünlü bir futbolcu havaalanından indiği anda başka tatlı bir rüya başlar. Tezahüratlar, meşaleler, omuza alınmalar işte günümüzde futbol budur. 

Bizim anlattığımız futbol ise kitaplarda kalmış gerçek namlı masal sevdalısı.