Benim özümdeki iletişime pek uygun başlık değil ‘Format At’. Fakat güne ayak uydurmak adına böyle bir başlık seçtim.

Peki, benim özüme sadık bir başlık ne olabilirdi diye düşündüm bir an, aklıma’ Nazende Sevgilim Yadıma Düştün’ geldi hemen. Bu başlığın nedenleri üzerinde de bir yazı yazılabilir ama ben rotamı tayin ettim, oradan yürümek istiyorum.

Malum Corona’lı günler, yürüyüşlerimi ara sokaklarda yapıyorum. Bir evin önünden geçiyordum. İki kız çocuğu vedalaşıyorlardı. Yaşları küçük, anne babaları da yanlarındaydı. Uğurlayan ağlıyordu tıpkı benim küçüklüğümdeki gibi. Arabadaki gayet sakindi. Ben de isterdim ki gelen arkadaşım ya yanımda kalacak ya da ben onlarla gideceğim. Ne gözyaşları döktüm arkadaşlar için. Devam ediyor da diyebilirim.

Neyse, gerçeğimle yüzleşmek adına kendimi hazır hissettiğimde oturdum meditasyon yaptım bu konuyla ilgili. Yine ağladım .”Bunca çaba boşuna mıydı?” diye de bir cümle çıktı ağzımdan, aklımdan dost bildiğim yakın ilişkilerimi geçirirken. Dost bildiğim derken bile bir sitem barındırıyor içinde. Halbuki ‘değişmeyen tek şey değişim’ ilkesine inanan ben ilişkilerde niye bu kadar tutucu davranıyorum, anlamış değilim. Daha doğrusu nedenlerini seziyorum ama sezdiklerimle bile kavgam var.

Kendimle ilişkimde yol aldıkça dışımdakilerle de değişecek, dönüşecek buna eminim. Belki benim istediğim gibi olmayacak ama en azından iç huzurum yerini bulacak.

Ayak işlerini yapıyorum. 5 Mayıs Hıdrellez geliyor. Hazırlıklara başladım. Bir uyanışa geçti bedenim, ruhum, zihnim, duygularım. Hissediyorum. Değişik ve yeni şeyler denemek istiyor canım. Yapıyorum da. Örneğin pancarın saplarını kavurup, haşlanmış kuru domates, zeytinyağında bekletilmiş kekik, taze lor ve yeşil zeytin eklediğim bu karışıma sızma zeytin yağı döktüm. Roka eşliğinde sabah kahvaltısında yedim.

Bu sıralar böyle karışık değişik tatlar denedikçe halamın büyük kızının kulaklarını sık sık çınlatır oldum. O hep yemeklerini bir tabakta toplar öyle yerdi. İlginç gelirdi bana.

Küçük kızı arkeolog çıktı. Çocukluğumun geçtiği Selçuk’ta Efes’e ve Meryem Ana’ya şiirler yazardı daha o yaşlarda. O da İlginç gelirdi bana. Şimdilerde arkeolog çıkan yeğenimin de katkısıyla arkeolojiyle, mitolojiyle ilgilendikçe onların da kulaklarını çınlatıyorum sık sık.

Hıdrellezmiş, sevdiklerimizmiş derken hepsini yad etmek adına bir dergiden alıntıladığım bahar ve yaz tanrıçası olarak anılan Persephone’den bahsedeceğim.

“Yunan mitolojisinde Zeus ile Demeter’in kızı olan güzeller güzeli Persephone, Kore olarak da bilinir. Bir gün kırlarda çiçek toplarken yeraltı tanrısı Hades onu görür, hemen aşık olur ve ölüler ülkesine kaçırır. Kore burada yeraltı tanrıçası olur ve Persephone adını alır. Kendisine sunulan nar tanelerini yiyen Persephone, kurallara göre ölüler ülkesinin yiyeceğinden yediği için bir daha yeryüzüne çıkamayacaktır. Aslında bu,  deliler gibi sevdiği karısını bırakmak istemeyen Hades'in bahanesidir elbette. Nar, yasak meyvedir. Bu sırada annesi Demeter kızının yasını tutmaktadır ve tarımı durdurmuştur. Yeryüzünde dondurucu bir kış hüküm sürmeye başlar. Haberci Hermes’ in babasından getirdiği haber sonrasında, yapılan anlaşma gereği Persephone’a yılın üç ayı yeryüzüne çıkma izni verilir. Süre dolunca tekrar yeraltına dönecektir. Böylece o yeryüzüne çıktığında bahar başlar. Bu nedenle Persephone bahar ve yaz tanrıçası olarak da anılır.”

Kendim başta olmak üzere tüm sevgililere nazlı salınımlar diliyorum karşılamakta olduğumuz bu yaz mevsiminde.