Ramazan ayını uğurlayıp Bayram havasını solumaya başladığımız şu günlerde, şimdi çoğu hafızalarda kalmış ve yıllar geçtikçe de silinmeye mahkûm Eski Ramazanlarımızdan bahsetmek istiyorum. Gerek yaşadıklarımdan gerekse çevremde gördüklerimden hafızamda kalanları paylaşarak o günleri yaşayanlar için bir nostalji olsun istedim.

Veda etmeye hazırlandığımız şu günlerde, elimizden geldiğince ağırlamaya çalıştığımız Mübarek Ramazan Ayının bizlerden hoşnut ve razı olarak ayrılmasını yürekten dileyerek sözlerime başlayayım. Çünkü eskiler Ramazan ayını uğurlarken “Biz senden razıydık, sen de bizden razı ol” diyerek dua ederlerdi…

Bir ay boyunca tutulan orucun ve yapılan ibadetlerin bir ödülü olan Ramazan bayramının hazırlıkları eskiden günler öncesinden başlar ve Arefe günü yoğunlaşırdı.  Dolu dolu yaşanarak geçen mübarek günlerin bayramları da aynı dolulukta geçerdi. Her evin kendi imkânları ve kendi alışkanlıkları çerçevesinde yapılan bu hazırlıkların başında bayram temizlikleri, bayramda misafirlere ikram edileceklerin hazırlanması ve ev külfetine, özellikle de çocuklara bayramlık alınması gelirdi.

Tabi el öpecek çocuklara verilecek bayram harçlıklarının hazırlığı da mutlaka yapılırdı. Tahmini kaç çocuğa verilecek hesaplaması yapılır, o anda sıkıntı yaşanmaması adına ona göre bozukluklar ayrılırdı. Çocukları en çok sevindiren şeylerin başında gelen bayram harçlıkları asla ihmal edilmez az, çok demeden mutlaka harçlık verilirdi.

Evin kadınları; annelerimiz, ablalarımız hatta aynı evde kalınırsa yengelerimiz bayramdan birkaç gün önce evi temizlemeye, derleyip toplamaya ve varsa bayrama özel sergileri sermeye başlarlardı. Şimdiki gibi teknolojik aletler olmadığı için bu hazırlıklar biraz yorucu olur ve zaman alırdı. Hazırlıklar Arefe günü son şeklini alır ve çocuklara “sakın ortalığı kirletip dağıtmayın” diye de sıkı sıkıya tembih edilirdi.

Eskiden yeni alınacak üst baş için genelde bayramlar kollanırdı. Özellikle imkânı pek yerinde olmayanlar ihtiyaç olan bu giysileri hem bayramlık olması hem de ihtiyacın giderilmesi adına her ikisi birden aradan çıkarılırdı. Bayramı yaşayabilmek adına ev halkına mutlaka yeni bir şey alınmaya çalışılırdı. Çocukken bayramlık alınacak heyecanını günler öncesinden yaşardık. Hatırlarım, bir keresinde tıkır almışlardı bana. Onu giymek için bayram sabahını iple çekmiştim, hatta yattığımda başı kıltıma koymuştum.

Eskiden hazır konfeksiyon ürünleri yoktu ve elbiseler terzilere diktirilirdi. Bunun için de günler öncesinden terzilere gidilir, ölçüler verilir ve provalar yapılırdı. Bu yüzden terziler çok yoğun olur hatta gece boyunca bayram sabahına kadar çalışırlardı. Terzi çırağı olarak çalıştığım günleri hatırladım. Dikilen her elbiseden şerdenlik dediğimiz bahşişler verirlerdi. Bundan hem kalfalar (helfeler) hem de şeyirtler (çıraklar) payını alırdı.

Evin hanımları için elbise ve ayakkabı temini bir başka olurdu. Bunları almak için onlar çarşıya çıkmazlar, esnaflardan örnekler getirilir, bakar beğenir ona göre alırlardı. Konfeksiyon işi, hazır elbise pek yoktu. Kumaşlar alınır dikilir, diktirilirdi. Bu anlamda her ailede ya da her mahalle de mutlaka bir kadın terzisi olurdu. Tabi iş yerleri evleriydi.

Berberler de son birkaç gün çok yoğun olur ve terziler gibi arefe günü bayram sabahına kadar çalışırlardı. Berberde sıra çok olduğundan traş olmak için uzun süre beklediğimi hatırlarım.

Sonunda bayram gecesi gelir çatar, hazırlıklar geç saatlere kadar devam ederdi. Biz çocuklar yeni bayramlıklarımızı giyecek olmanın heyecanını yaşayarak yatardık. Geceden kınalar yakılırdı. Kadınlar elin her tarafına isteyen erkekler de sadece avuç içine ya da serçe parmağına yakardı. Kına gece yatarken yakılır, bağlanırdı. Sabah kalkıldığında bağ çözülür ve el yıkanarak kına ortaya çıkarılırdı.

Bayram namazında kabristan ziyaretine gitmek için erkenden kalkar, abdestlerimiz alır, yanımıza yedek olarak namazlıklarımızı alır camilere giderdik. O saatlerde camiye akın akın giden insanların namaza yetişme telaşı ve yılda iki defa gelen bayram namazını kılacak olmanın heyecanı yüzlerine yansırdı adeta…

Neredeyse her evden çıkan insanların oluşturduğu yoğunluk camiye yaklaşıldıkça daha da artardı. Bu coşku ve heyecan görülmeye değerdi.

Bayram namazları kılınır kabristana gitmek için yola çıkılırdı. Bayramlaşma cami avlusundan itibaren başlar, kabristan ziyareti sürecinde devam ederdi. Tanıdıklar ilk bayramlaşmayı böyle yaparlardı.

Kur’an-ı Kerim okumasını bilenler kendilerini okur, bilmeyenler kabristanın girişinde bulunanlara okutur ve ücretlerini öderdi. Ücret derken belli bir rayiç yoktu tabi. Herkes gönlüne göre verirdi.

Bayramda mezarlık ziyareti arefe günü öğleden sonra başlardı. Özellikle kadınlar arefe günü giderlerdi. Erkekler her ikisine de giderdi ama bayram sabahı mutlaka giderdi.

Daha sonra da vefat etmiş geçmişlerimize karşı görevimizi yerine getirmiş olmanın huzuru ile evlerimize dönerdik.

Eve geldiğimizde sofralar hazır olurdu. Bayram sabahı genellikle kızartma dediğimiz sulu yemek ve yanında pirinç pilavı yenirdi. Bazı evler ise Ramazan boyunca boş kalan mideleri yağlı yemekle yormamak adına kahvaltı yemeği tercih ederdi.

Yemekler yendikten sonra sıra işin en heyecanlı kısımlarından biri olan bayramlaşmaya geçilirdi. Evli ve ayrı evlerde oturan çocuklar varsa bayram sabahı mutlaka baba evine gelir yemeği burada yer ve toplu bayramlaşma yapılırdı. Evvela anne babasının elini öper, duasını alır, daha sonra da herkes kendi bayram gezmesini yapmak üzere dağılırdı.

Biz çocukların beklediği en heyecanlı anlardan biri olan bayramlaşmada bizlere verilecek bayram harçlıklarının sevincini yaşamaktı.

Unutmadan şunu özellikle belirtmek istiyorum. Bayramlaşma ziyaretleri çok yoğun olur ve normal zamanlarda birbirlerine pek gitmeyenler bile bayramda mutlaka giderlerdi. Şimdiki gibi değildi yani.

Biz çocukların gönlü harçlıklarla mutlaka alınır, sevindirilirdi. Bizler de ilk fırsatta sokağa çıkar bakkaldan elmalı şeker, horozlu şeker, uzun şeker, vici vici, pamuklu şeker, fırfırı (fırıldak) gibi şeyleri alırdık. Pata patlatmanın ve çat çatı çatlatmanın zevki ve heyecanı da çok başkaydı... Balonlar adeta elimizden düşmezdi. Yazıya (mahallenin geniş meydanı) kurulan dönme dolap, salıncak, luna park gibi oyun yerlerine gider doyasıya eğlenirdik… Benim özellikle sevdiğim şeylerden biri de kiralık bisiklete binmekti. Rahmetli Ziya emmimiz vardı mahalle bakkalı, o kiraya verirdi. Tabi ben o zamanlar binmesini pek bilmediğim için bisikletin üç tekerlisini tercih ederdim…

Eskiden bayramları çocukça, çocuk duygularımızla yaşardık, doyasıya yaşardık.

Bayram derken şunu da eklemek isterim. Eskiden bir geleneğimiz vardı ki, bayramı adeta yaşayamazdık. Evden ya da yakın akrabadan biri vefat etiğinde, gelen ilk bayram o cenazenin ilk bayramı olur buna “ilk bayramı” denir ve adeta taziye oturması yeniden yapılırdı. Duruma göre bu bir iki gün de sürerdi.

Eskiden olan bir gelenek daha vardı. Bayram biterdi ama kadınların gezmesi adeta yeniden başlardı. Birkaç ay süren bu gezmelerde akraba ve tanıdıklar birbirlerine gider buna “bayram gezmesi” derlerdi. Tabi oturmalar bayramdakiler gibi kısa sürmezdi.

Bir şeyin daha altını çizmek istiyorum. Eskiden gerek bayramda ve gerekse gezmelerde önceden haber vermek yoktu ve ayıp karşılanırdı. Evlerimiz her zaman misafire hazırdı. Eskiden evlerimizde kalabalıktık, evlerimiz de dardı belki ama gönüllerimiz geniş, muhabbetlerimiz ve ikramlarımız gönülden olurdu.

Ramazan boyunca davulları ile mahalle sakinlerini sahura kaldırma işini yapan davulcularımız da bayram sabahı davulları ile evleri gezerek bahşiş/harçlık toplamaları da güne ayrı bir renk katardı.

Aynı muhabbet ve gönül zenginliği ile bayramlaştığımız günlere yeniden kavuşmak dileği ile Mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum.

Bu günlerin, hayırlara, sağlık, mutluluk, huzur, birlik ve dirlik içerisinde yaşadığımız günlere vesile olmasını diler, Bayramların bayramca, bayram tadında ve bayramların ruhuna uygun bir şekilde yaşanması temennisi ile sevgi ve saygılarımı sunarım.