Asırlar öncesinden Hz. Ömer (ra), “dağlara buğdaylar serpin. Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler” sözüyle bizim inancımızda kuşların kıymet-i harbiyesini çok anlamlı ve vurgulu biçimde ortaya koymuş olmakla beraber, başta insanlar olmak üzere, tüm canlılara da verilen değeri somut olarak belirtmiştir.

                “Arap baharı” ile birlikte küresel emperyalist odaklar, dadanmış oldukları güney sınırımızdaki Suriye’de 6 yıldır ülkeyi adeta harabeye çevirdiler.

                  Göçmen kuşlar misali evini-barkını, ülkesini terk eden Suriyelilerin büyük bir kısmı ülkemize sığınmak zorunda kaldı.

                  Yaklaşık 4 milyon göçmenin barındığı ülkemizde, devletimiz onlara kamplarda kol kanat gerdi/geriyor, maddi ve manevi açıdan gerekeni de yapıyor.

                  Lakin toplum olarak biz ne yapıyoruz? Kapımızı çalan, bizlere sığınan mağdur kardeşlerimize ne kadar yardımcı olabiliyoruz?

                 İlk paragrafta belirttiğim gibi, Hz. Ömer (ra)’ın öğretisine ne kadar uyuyoruz?  

                 Bu manada sınıfta kaldığımızın, üzerimize düşen gayret ve çabayı bihakkın yerine getiremediğimizin kanısı yaygın.

                 Nereden mi varıyoruz bu kanıya?

                 Anadolu’nun hangi şehrine giderseniz gidin her köşe başında yığınla Suriyeli dilenciye rastlarsınız.  Şehrimizde hakeza…

                 Özellikle araçla seyrederken kavşaklarda kırmızı ışığa takılınca bir bakıyorsunuz Suriyeli bir mağdur dikkatini üzerinize yoğunlaştırıyor. Titrek bir ses tonuyla “Bir sadaka verir misiniz?” diyor.

                 İbadethane avlularında, sirkülasyonun yoğun yaşandığı toplumsal alanlarda, kısacası her köşede Suriyelilere rastlıyorsunuz.

Ayrıca şöyle bir durum söz konusu:

               Çeşitli beden işçiliklerinde çalıştırıyoruz, lakin ücretlerini yarım yamalak veriyor, mağduriyetlerine mağduriyet katıyoruz.

               Bununla da yetinmiyor, çevremizde ikamet edenlerle zaman zaman amansız kavgalara tutuşuyor, acımasızca linç ediyoruz.  

               Kaldı ki mağdura, düşmüşe, garip-gurebaya yardım eli uzatmak hem inancımız hem de insanlığımız gereğidir.

               Bu manada görevimizi ne kadar yerine getiriyor, ne derece insancıl davranıyor, ne ölçüde kimsesizlerin kimi olabiliyoruz?

               Ya da Ensar olmanın neresindeyiz?

               Şapkamızı önümüze indirip derin muhasebe yapmalıyız bence.

               Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

                         Bilal KARADAĞ

       [email protected]